23 Aralık 2009 Çarşamba

Faşizmin karşısında olmak, her ne pahasına olursa olsun!


Son dönemdeki açılım söylemleriyle birlikte herkes birbirne faşist demeye başladı. Akepelisi de faşist, ödepelisi de faşist, mehepelisi de, detepelisi de...

Tarihin en bilinen faşistlerinden Hitlerse Avusturyalı olmasına rağmen Alman faşisti. Bizim Orhan Yamukyan'ın Türk olduğu halde Ermeni faşisti, Ahmet Türk'ün de Kürt faşisti olması gibi birşey sanırım...

Peki nedir, kimdir gerçek faşist?

Çok kolay; olmamış soykırıma var diyen faşisttir...

Soykırım iddialarına kulaklarını tıkayan da faşisttir...

Sözde soykırım konusundaki gerçekleri ortaya çıkartmak için arşivlerini açmayan da, bundan korkan da faşisttir...

Kundaktaki bebeğe demokratik özgürlük istemiyle füze atmaktır faşizm...

Ama Kürtler terör örgütü kurdu diye bütün Kürtleri terörist olarak fişlemek de faşizmdir...

Bir ülkenin tarihi değerlerini yok etmek, kutsal bildiklerine sövmektir faşizm...

Bu dünyada şeriat istemek de şeriata karşı savaşan tek kurum olan orduya küfür etmek de faşizmdir...

Allah'a ya da tanrıya kiliseden değil de minareden erişmek isteyene engel olmaktır faşizm...

Birilerinden sabun yapmaktır, ya da sırf boyununda haç kolye taşıdığı için bir kadına fahişe demek faşizmin doruk noktasıdır...

Müslüman olduğu için birilerin AB kapılarında yıllarca oyalamaktır faşizm...

Ya da bir sporcuya sadece zenci olduğu için spor sahasına muz atmak, maymun efektleri yapmaktır faşizm...

Bu liste uzar gider ama uzamaması gereken tek şey de karşılıklı suçlamalardır...

Ne güzel olurdu birbirimizi, birbirimizin fikirlerini beğenmesek de kabul etmesek de birlikte yaşamak, aynı havayı solumak...

Ama bunu bize yaptırmayanlar da faşistler, lütfen biraz daha dikkat...

8 Aralık 2009 Salı

Otopark yüzsüzü müsünüz?


Btnet.com.tr'de bu haftaki yazım İspark ile ilgili. İspark'ın inanılmaz uygulaması için birşeyler yapmak lazım, ama ne?

http://www.btnet.com.tr

22 Ekim 2009 Perşembe

Bu da Türk anketi!


Alman bir gazete ülkemizin güney doğusunda bir kürt devleti kurulsun kurulmasın mı diye soran bir anket açmış...

Akıllarınca Türkiye’yi bölecekler ya… Ama unuttukları bir şey var. Hani şu apartmanlara doldurup yakarak soykırıma uğratmaya çalıştıkları Türkler…

İşte karşı atağa geçiyorum…

Türkiye'de yaşayan 3 milyon kürt devlet kuracaksa, ben de Almanya'da yaşayan 5 milyon Türk, devlet kursun mu kurmasın mı diye bir anket açıyorum. İşte sağda buyurun oy kullanın...

21 Ekim 2009 Çarşamba

Etkin suç nedir?


Bir tarafta terör örgütü olduğu kesinleşmiş PKK'nın üyeleri dağdan iniyor, suça karışmadıkları için serbest bırakılıyorlar...

Diğer tarafta terör örgütü olduğu "kesinleştirilemeyen" Ergenekon ve Ergenekoncular... Onların suçları belli değil ve başta Haberal olmak üzere onlarca değerli insan tutuklu...

Bu ne yaman çelişki diyeceğim ama artık terörü açıkça destekler hale gelen siyasi iktidardan beklenir hareketler bunlar...

"Peki, etkin suç nedir? Dağdaki terör örgütüne katılmış olmak neden suç değildir? Bir kadına tecavüz eden 3 kişiden ikisi sadece kadının kollarını tuttuysa onlar suçlu değil midir? Ben bu PKK'lılardan birini öldürsem ve anında acayip pişman olsam ben de affedilir miyim? Cezaevlerindeki suçluların topunu anında pis bir pişmanlık bassa salıverilecekler mi? Bu TCK hangi ara bu hale getirildi ve Türk milletinin haberi olmadı?" gibi soruların yanıtlarını elbette tarih önünde alacağız sorumlulardan... Peki, daha ne mi bekliyoruz? İşte bu sorunun cevabını bilmiyorum...

13 Ekim 2009 Salı

Halkların kardeşliği...


Fotoğrafta gördüğünüz bildiriyi Boşnak asıllı Türk vatandaşlarımız yayınlamış...

Ellerine, akıllarına, yüreklerine sağlık...

Onlar da Kürt asıllı Türk vatandaşlarımız gibi müslüman ve yıllardır bizimle birlikte yaşıyorlar...

Ama bizden saçma sapan taleplerde bulunmuyor, dahası terör örgütü kurup 30 bin insanımızı şehit etmiyorlar...

Halkların kardeşliği yalanı var ya entel dantellerin ağzından hiç düşmeyen, onları taa Nobel'lere götüren...

İşte elinde çiceklerle birbirine sarılan halklar, Boşnaklar, Lazlar, Çerkezler hepsi kardeş...

Ellerinde çiçek yerine kalaşnikof ve molotof kokteyli olanlar da var. Çeşitli yalanlarla saf milletimizi kandırabileceğini sanan. Hah işte onlar kardeş filan değil...

Biraz daha sabrımızı zorlarlarsa gerçek kardeşler tarafından o kalaşnikoflar nerelerine sokulacak hayal bile edemiyorlar ben ona yanıyorum!!!

2 Ekim 2009 Cuma

Fazla ayakkabısı olan?


O dönemki ABD başkanı Bush'a ayakkabı fırlattığı için meslektaşımız El Zeydi'yi kahraman ilan etmiştik...

Bir kahraman adayı da bizden çıktı...

Ama ortada saçmalıklar var. Kahramanlarımızın ortak tek noktası meslekleri yani gazeteci olmaları...

El Zeydi Irak'ta yaşananlardan sorumlu tuttuğu "adama", kendi ülkesinde büyük bir hakaret olarak algılanan "ayakkabı fırlatma eylemi"ni gerçekleştiriyor...

Üzerinde yerel kıyafeti, ayakkabısı komşu ülke Türkiye'den ithal edilmiş...

Bizim çakma kahraman Selçuk Özbey ise ayağında Nike ayakkabı, Amerikanca Superfly yazılı tişörtüyle gerçekleştiriyor eylemini...

Ama bizim kültürümüzde böyle bir eylem yok...

Dahası delikanlının iddia ettiği siyasi fikirleriyle kıyafetleri, hareketleri ve açıklamaları örtüşmüyor...

Gerçi ÖDP'li olduğunu söyleyen birisinden "Türk" örf ve adetlerine göre bir tepki beklenebilir mi bilinmez...

ÖDP'li işte, Amerikan kıyafetleri giyer, İngiliz aksanıyla Türkçe konuşur, Kürt faşizmini sosyalizm sanar, çıkar televizyona Arap gibi ayakkabı fırlatır...

Keşke çıkıp, "Pis işbirlikçiler, Akepenizi de alıp gidin" diyebilseydi.

O zaman öyle bir kahraman olurdu ki...

5 Eylül 2009 Cumartesi

Burası İran!


Bu hafta fotoğraflardan gidiyoruz. Gördüğünüz bu fotoyu bir arkadaşım gönderdi. İran başkanı seçim zaferi! sonrasında "halk"ını selamlıyor...

Ama işte "halk"ın cevabı!...

NTV'de yayınlanan "O Anlar" programında yayınlanmaya değer nitelikte bir fotoğraf...

İranlı kızımız ne de güzel ve demokratik bir biçimde belli etmiş tepkisini...

Adeta bağırmış "saçımı zorla kapattınız ama beynimi kapatamayacaksınız, bu parmak da size kapak olsun" gibisinden...

Bu kareden sonra ne oldu bilinmez, kızımız hayatta mı o bile meçhul. Ama gelin biz bu kareyi ülkemize uyarlayalım...

Bizim "sayın" başbakanımız böyle bir gezide "halk"ını selamlamaya kalksa...

"Halk"tan bir kızımız -bu kadar yaklaştırmazlar ya "sayın" başbakana hadi yaklaştı ve benzer bir hareketi yaptı diyelim...

Ne olacak "sayın" başbakanın tavrı? Kızdan anasını da alıp gitmesini mi isteyecek, yoksa kıza senin baban da "kelle"ydi diye bağırarak kızı hemen oracıkta Ergenekoncu mu ilan edecek?...

İhtimaller yüksek de benim aklımda bir soru var sormadan edemeyeceğim...

Hani şu deniz feneri terör örgütü var ya. Neden terör örgütü diye sormayın, Ergenekon terör örgütüyse deniz feneri terör örgütünün tillahıdır kanımca...

Hani onun bir belgesi vardı da "sayın" başbakanın adı geçiyordu, ne oldu o iş allahını seversen, bilen var mı?

3 Eylül 2009 Perşembe

Gidişat!


Sevgili dostum Meltem Demiryonar göndermiş bu karikatürü...

Teknolojinin geldiği son noktayı gösteriyor...

Bir de ülkenin gelmeye hazırlandığı son noktayı...

Allah bütün Türkleri o "Son Nokta"dan sakınsın...

Ve "sayın" AKP'lilere akıl fikir ve "iman" ihsan eylesin...

2 Eylül 2009 Çarşamba

Yüce Atatürk'ün açılım anlayışı!


Atatürk'ün azınlıklar meselesine yaklaşımı bugün de çalışmamız gereken bir ders niteliği taşıyor. İşte o yazı...

Ne Mutlu Türküm Diyene!

Başbakan İnönü saat 18.00 sularında Florya Köşkü'nde Atatürk'ü ziyaret etmiş:
- Hayırdır İsmet... Habersiz geldin.
- Paşam, azınlıklar meselesi... Konuyu Meclis'e getireceğiz... Ne diyorsunuz?
- İsmet bugün geç oldu... Yarın sabah erkenden gel, konuşalım.
İnönü çıkınca Atatürk "bütün görevlileri" toplamış:
- Sadece laleler kalsın... Bahçedeki diğer bütün çiçekleri sökün, atın... Derhal.
İsmet Paşa sabah gelmiş, bahçenin "halini" görmüş ve "görevlilere" sormuş:
- Ne oldu böyle?
- Gazi Paşa Hazretleri emrettiler, söktük.
Başbakan İnönü, Cumhurbaşkanı Atatürk'ün odasına girmiş:
- Paşam, bahçenin durumu nedir?
- Azınlıkları söküp attım İsmet.
İnönü "anladım" dercesine başını öne eğmiş:
Atatürk:
- İsmet, ben "Ne Mutlu Türküm Diyene"
sözünü boş yere söylemedim... Kendini Türk hisseden herkes bu vatanın öz evladı... Ben hayatta olduğum sürece bu böyle bilinsin... Ve sakın azınlıklar ile ilgili bir kanun çıkarılmasın.
Büyük Atatürk'ün "verdiği dersi" bugün hâlâ anlayamayanların olması ne kadar acı.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Vizyon eksikliği ve Lucescu gerçeği!


Türkiye'den bir Mircea Lucescu olayı geçti hala konuşulmakta. Dün akşam Shaktar-Sivas karşılaşmasını izlerken bir kez daha gördüm Lucescu'nun büyüklüğünü.

Oysa Beşiktaş'ı da Galatasaray'ı da çalıştırdığında ne denli başarılı olduğunu gördük hocanın. Bizdeki futbol bilmez futbol yazarları tü kaka etti adamı hemen. Beş dil bilmesine rağmen "görgüsüz-cahil" olmakla suçladılar. Futbolcuyla ilişkisi sıfır dediler, oysa aynı adam oyundan aldığı futbolcusunun sırtına anorağını vermişti teri üzerinde soğumasın diye haftalar önce.

Bizde bu çok yaygın bir olgudur, atasözü bile var. Meyve veren ağacı taşlarlar! Aferim size devam edin. Milyon dolarları, avroları çöpe atmaya aptal topçulara yatırmaya devam edin. Ama unutmayın müsabakaları futbolcular kazanır ama kupaları hocalar!

Bakınız dün akşam seyrettiğim Shaktar takımı geçen yıl son UEFA kupasını kazandı. Futbolcu kalitesi Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe'nin fersah fersah altında ama bizim takımlarımızın çeyrek final bile göremediği son kupayı Luce ve taklımı kazandı. Nasıl mı? Tabii ki futbol bilgisi ve vizyonuyla.

Onun gitmesini sağlayan futbol simsarları kupadan sonra sus pus olmuştu. Sivas maçı için geldi yine başladılar konuşmaya "köylü" döndü diyenler, basın toplantısını Türkçe yapmadığı için eleştirenler bile oldu. El insaf, senin Türk yapıp milli takımda oynattığın Mehmet Aurelio tek kelime Türkçe konuştu mu? Bilmem kaç yıldır Türkiye'de top oynayan ve Türk yapılan Mert Nobre adını bile doğru telaffuz edemiyor, geçin bunları geçin. Bu kafadaki futbol yorumcuları ve skor yazarları olduğu sürece bizim daha çoook milyonlarımız kaybolur, tıpkı Avrupa'da başarı hayallerimiz gibi!

18 Ağustos 2009 Salı

Yakıştı Kartalıma...


Biz taraftarlar için kuşkusuz Türkiye'nin ve dünyanın en büyük klübü Beşiktaş Jimnastik Klübü. Biz diğer İstanbul takımları gibi futbol sever değil, spor sever olduğumuz çin farklıyız. Hentbolde şampiyonluk geldiğinde sokaklara dökülen, erkek voleybol takımı küme düşünce üzüntüden bir büyük deviren de yine bizleriz. Ama diğerleri tuttukları takımın erkek basketbol takımı olup olmadığını bile bilmez. İşte budur Türkiye'de Beşiktaş'ı tek yapan farklardan biri, işte budur diğerlerinin arasındaki rekabetin ve Beşiktaş'a yakışır bir rakip olabilme çabalarının ardındaki sır!

Futbol takımımız dün yine bir ilke imza attı. Diğer İstanbul takımlarının sırtlarını yeşil sermaye parsellerken Beşiktaş'ın onurlu futbolcularının sırtında Türk Kızılayı'nın logosu var. İşte Beşiktaşlılık, işte Beşiktaş duruşu. Böylesine sosyal sorumluluk gerektiren bir işi İspanya'da Barcelona, Türkiye'de de Beşiktaş yaptı, elbise yine yakışanda kaldı. Diğerleri mi onlar da bulurlar benzer bir logo canım taraftarları kıskanmasın.

Başkan ve yönetim ilk defa benim gözümde başarılı bir işe imza atmış oldu. Yönetimden yapılan açıklamaya göre, Kızılay dışında Mehmetçik Vakfı'nın da logosuyla maçlara çıkma planı varmış tek büyüğümüzün, akıl edenlerin aklına, uygulayanların ellerine sağlık.

Öte yandan taklitçi küçük büyükler başlamışlar yaygaraya Beşiktaş reklam bulamadığı için böyle bir işe soyundu diye. Görüyorsunuz şerefsiz ikinci ve üçüncü olmak adamların gözlerini nasıl karartmış. Arkadaşım, Beşiktaş isterse oraya ilanın, reklamın tillahını alır sonuçta ülkenin yüzde 75'i Beşiktaşlı, gidinin ezikleri gidinin şaibeleri siziii:-)

10 Ağustos 2009 Pazartesi

BMD Pikniği’nde dördüncü buluşma


4. Geleneksel BMD Pikniği, geniş katılımla gerçekleşti. Farklı etkinliklere ev sahipliği yapan organizasyonda, basın mensuplarıyla şirket yetkilileri buluştu.

Geleneksel hale gelen Bilişim Muhabirleri Derneği (BMD) Pikniği, 9 Ağustos’da Kemer Botanik Park’ta gerçekleşti. Bu yıl yaklaşık 120 kişinin katılımıyla dördüncü kez gerçekleşen etkinlikte, BMD üyeleriyle bilişim şirketleri ve halkla ilişkiler ajanları biraraya geldi.

Turkcell’in ana sponsorluğunda; Epson, Index Grup, Kaspersky Lab ve Samsung’un desteğiyle gerçekleşen pikniğin sponsorları ise Alcatel-Lucent Teletaş, Cohn&Wolfe, Intel, Microsoft, Netsis, Trend Micro, Xerox olarak sıralandı. Destekçiler ve sponsorlar piknik organizasyonunda, gerçekleştirdikleri etkinliklerle pikniği renklendirdi.

Turkcell piknik alanında kurduğu devasa standta 3G hizmetlerini tanıtırken, Kaspersky Lab yaptığı çekilişle 10 katılımcıya yeni ürünü Kaspersky Internet Security 2009 hediye etti. Epson, standında kurduğu fotoğraf stüdyosunda katılımcılara piknik anılarını ölümsüzleştirme olanağı sundu. Standta katılımcıların fotoğrafları çekildi ve 250 yıl dayanan özel kâğıtlara basılarak misafirlere hediye edildi.

Organizasyonda katılımlarından dolayı sponsor ve destekçi şirketlere BMD Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Sarı tarafından birer plaket verildi. Bu sırada dernek adına bir konuşma yapan Fatih Sarı, “Üyelerimizle sektörümüzde faaliyet gösteren şirketleri benzer ortamlarda buluşturmaya devam edeceğiz. Yenilenen web sitemizle birlikte düzenlediğimiz eğitim programlarıyla çalışmalarımızı sürdürmeyi planlıyoruz” dedi.

6 Ağustos 2009 Perşembe

Şehit Bebek'ten mektup var!


Tarzım değil, ama az önce bana ulaşan bir e-postayı doğrudan buraya yapıştırmak istedim. Belki açılımcılar ve özürcü faşistler bir şeyler anlar, insan olduklarını tekrar hatırlar diye...


Büyük Türk Milleti;

Ben Şehit Bebek... Daha önce sizin aracılığınızla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne, siyasilere,Başbakan'a seslenmiş, bölücü başına tanınan haklardan dolayı isyan etmiş ve onlardan YAŞAM HAKKIMI geri istemiştim. Ancak hiç biri bana yanıt vermemişti, verememişti.Şimdi tüm aracıları kaldırarak cennetten size sesleniyorum.

Belki bazılarınız beni unutmuş olabilir.. Size kendimi hatırlatayım. Ben ŞEHİT BEBEK..Doğduğum yer vatan toprakları..Ha Tunceli'nin karlı dağlarında, ha Aydın'ın, Çukurova'nın bereketli ovalarında doğmuşum, ne farkeder..Adım da önemli değil. Anam beni göğsüne bastırıp, ak sütünü emzirirken, okulun damında dalgalanan al bayrağa bakıp, tıpkı Sivas, İstanbul, Antalya, Samsun'daki teyzelerimle aynı düşü paylaşırdı..'' Benim oğlum okuyacak, adam olacak'' derdi.

Sonra birgün köyümüze, yüzleri örtülü, kucaklarında kocaman silahlarla bir takım adamlar geldiler.. Okulumuzu yakıp, eğitim hakkımızı elimizden aldılar. Sağlık ocağını, yıkıp ebemzi öldürdüler. Harmanlarımızı yakıp, hayvanlarmızı telef ettiler, unumuzu, bulgurumuzu alıp aç koydular bizi. Yaşlıları dövüp, gençlerimizi dağa kaldırdılar. Sonra bağıra çağıra terkettiler köyümüzü..

Kimdi bunlar, neden evlerimizi yakıp bizi damsız bırakmışlardı, neden insanlarımızı dövmüşler, bizi açlığa, susuzluğa terketmişlerdi?.. Ne yapmıştık biz onlara.. İnsanlar neden fısıldayarak konuşuyorlardı?.. Neydi bu PKK dedikleri?.. Öcalan kimdi ?..Hiç bir şey anlamamıştım doğrusu..

Aradan zaman geçti, aynı adamlar bu sefer daha kalabalık, daha öfkeli bir daha geldiler köyümüze.. Gene yaktılar, gene yıktılar. Anam beni ve kardeşlerimi kollarının arasına almış, canını siper etmişti bize.. Birden bir adam belirdi tepemizde.. Yüzü örtülüydü, kocaman bir silah vardı kucağında... Anam o adamı kin dolu gözlerinden tanıdı,yalvardı ona.. '' Kıyma bize amcaoğlu, bağışla çocuklarımın canını.. ''dedi. Emmioğlu Hüso, silahıyla ölüm kusarak cevap verdi anama.. Ben emmioğlu Hüso'ya bir gülücük gönderdim, o kalbime saplanan bir kurşunla yanıtladı beni. İşte benim öyküm, şimdi cennetteyim, PKK'nın canına kıydığı tüm şehitlerle birlikteyim..

Aziz Türk Milleti; PKK 15-Ağustos-1984 ten bu yana, milletimizin canına, malına, ırzına, namusuna ve bölünmez bütünlüğüne göz diken kanlı bir terör çetesidir. Subay ve öğretmen amcalarım konuşurken dinledim ve öğrendim.. Bu çete ABD tarafından ülkemizi bölmek amacıyla kurulmuş, Öcalan ise Amerika'nın onayı ile bu çetenin lideri olmuş. Öcalan ve bu çete ''emperyalizm'' dedikleri sömürgeci bir gücün kuklaları imiş. Uyuşturucu ve silah ticareti yapan bu kanlı çete, yakalanana kadar Öcalan'ın emrinde bu ülkede kan dökmüşler, kadın,erkek, sivil, asker, genç, yaşlı, çocuk demeden öldürmüşler. Bizi eğitimsiz, sağlıksız bırakmış, bölgemizin kalkınmasına engel olmuşlar. Daha da önemlisi hiç kimsenin veremiyeceği, vermeye gücü yetmeyeceği YAŞAM HAKKIMIZI elimizden almışlar.. Şimdi gene İmralı'daki bölücü başının avukatları vasıtasıyla gönderdiği emirlere göre hareket ediyorlar. Öcalan gene PKK'nın başı..

Ama şimdi duyduğumuza göre, gene ABD'nin kendi çıkarları doğrultusunda hazırladığı ortamda barışçıl çözüm (!) için '' Öcalan muhatap alınmalı..'' şeklinde haince sesler yükseliyormuş. Hatta Ertuğrul Özkök diye biri, ''Türk Millet bazı şeyleri unutmalıdır.'' diye yazmış..

Leş akbabaları barışa çare olabilir mi? Beni, PKK'nın vatana kattığı tüm yiğitleri unutabilir misiniz? Elbette hayır..

Biz öldürüldük.. Ama kanlarımızla bereket kattığımız bu aziz vatanı siz aziz Türk Milleti'ne emanet ettik. Eğer Öcalan gibi adi bir cani ve onun hempalarıyla, Irak'ın kuzeyindeki Peşmergelerle Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin aynı masaya oturmasına rıza gösterirseniz, en hafif söylemiyle emanetimize ihanet etmiş olursunuz. Yani vatana.. ABD'nin ve AB'nin kurduğu tuzağa düşmeyin. Kürt kökenli, vatandaşlarımızı ''kolay lokma'' olarak kabul eden emperyalist güçler, emin olun zamanı gelince onları da fırlatıp atacaktır.

Öcalan özgürlük savaşçısı değildir. O yakalandığı gün ''Devlet'imin emrindeyim.'' diyecek kadar korkak ve iki yüzlüdür.. O Kürt kökenli vatandaşlarımızın lideri de değildir. Bugün İmralı'da bile emperyalizmin ezberini tekrarlayan, ipleri ABD'nin elinde olan çirkin bir kukladır.

Bizim, Türk Milleti'nin tek bir lideri, önderi vardır. Mustafa Kemal.. O bir bağımsızlık savaşçısıdır. Mustafa Kemal Atatürk ismi emperyalizme direnişin sembolü, ezilen ve sömürülen tüm ulusların özgürlük meş'alesidir.

Büyük Türk Milleti; emperyalizmin tuzağına düşmeyiniz. Aranızda bölünüp, parçalanmayınız. Terörün bitişinin tek yolu, PKK'nın kayıtsız, şartsız teslim olması ve silahlarını bırakmasıdır.

Çözüm ne Öcalan, ne geniş kapsamlı af, ne de dağda ölenlerin analarına ödenecek paradır. Çözüm vatanın böünmez bütünlüğüne, milletin dirliğine, birliğne, varlığına bağlılıktır.

Çözüm Öcalan'ın susturulması, tekrar ediyorum çözüm kayıtsız, şartsız PKK'nın teslim olması ve varlığını sonlandırmasıdır...

Saygılarımla...

Şehit Bebek

7 Temmuz 2009 Salı

Bu da mı soykırım değil?


Çin'de yaşayan soydaşlarımız inanılmaz bir soykırıma uğruyor ve bizim özürcü faşist aydınlardan tık yok...

Öncelikle bizimkilerin gözünde soykırıma uğramanız için herhalde uydurma bir soy olmanız gerekiyor. Dünyanın en eski medeniyetlerinden birine mensupsanız yani Türkseniz size her türlü soykırım uygulanabilir ama bu onursuzların kılını bile kıpırdamaz...

Bakınız yukarıda Doğu Türkistan bayrağı var. Bizim bayrağımızın aynısı sadece rengi dünyanın Turkuvaz olarak bildiği gök mavisi ya da öz Türkçesi "Kök" mavisi. Bu renk atalarımızın kurduğu en eski uygarlıklardan biri olan Göktürklerden bu yana kullanılıyor ve islamiyetten önce gökyüzüne tapan atalarımızdan bize yadigar...

Peki biz ne yapıyoruz? Soydaşlarımızdn 156 tanesi kıtır kıtır kesilirken tavrımız ne oluyor? Ne olacak hala Hrant Dink suikastini yapan şerefsiz tek başına mıydı, yoksa yalnız mıydı sorunsalı!

Hrant Dink davasından sonra gösterdiğimiz tavrı neden Uygur Türkleri için gösteremiyoruz a dostlar! Neden hepimiz Uygur Türküyüz diye bağıramıyoruz?...

Neden sadece elleri değil ağızları da kanlı ermeni teröristler onlarca değerli Türk bürokratını şehit ederken, kürt katiller onbinlerce masum Türk vatandaşını şehit ederken aynı tutarlılğı gösteremiyoruz?...

Nedeni çok basit, aydın geçinen köpeklerin kemiğini veren ABD ne derse o olur, değil mi sizi gidi ABD uşağı aydıncıklar siziiii...

24 Haziran 2009 Çarşamba

Yaaz taatiliii...


Bir yaz tatilinde daha yollardayız...

Bu tatilin bizim için önemi büyük çünkü Köroğlu-Ayvaz yaptığımız tatillerden değil bu...

Yanımızda oğlumuz Kartal ile çıktığımız ilk tatilimizdeyiz ve eşimle birlikte bunun heyecanını her an hissediyoruz...

Yol biraz uzun sürse de meraklı oğlumuz Kartal her detayı yakalamak için etrafını incelemekten bütün yolu uyanık gelse de Kuşadası'ndayız nihayet...

Kartal'ın denizle ilk buluşması çok keyifli oldu. Kırkı yıldır deniz sefası yaparmışçasına alıştı denize oğlumuz ve deniz simiti-deniz yatağı karışık oyuncağıyla daha ilk gün yarım saatten fazla vakit geçirdi denizde...

Biz bu yıl Kartal yüzünden denize pek giremeyiz derken, İstanbul'a dönüşümüz Arap billuru tadında olacak yanar yanar ona yanarım:-)))

17 Haziran 2009 Çarşamba

İbrahim, demedi deme!


Ekonomik kriz geldi, teğet geçti, sürtündü edebiyatlarını çok dünledik bugüne kadar...

Bir gazeteci olarak şunu söylemek istiyorum: Kriz ne teğet geçti, ne sürtündü, bildiğin üzerimizden silindir gibi geçti maalesef...

Bilgi teknolojileri konusunda yayın yapan ciddi çok az yayın var...

Krizle birlikte kapanan birçok yayının arasında bilişim yayınları başı çekiyor...

Son olarak T3'ü kurban verdik! Peki nereye kadar sürecek bu kıyım? Kurban verecek başka yayın kalmadığında da sürecek mi suskunluğumuz?...

Sözüm bilişim sektöründe faaliyet gösteren tüm şirketlere. Yeter artık, sadece haber yaptırarak bizlerin varolmasını sağlayamazsınız...

Bu kafayla devam ederseniz inanın çok kısa bir süre içinde kendi web sitelerinizin ve çoluk çocuğun hazırladığı abuk sabuk bloglar dışında haber yaptıracak mecra ve uzman gazeteci bulamayacaksınız.

İbrahiiim, sonra demedi deme bu işin sonu fena!!!

11 Haziran 2009 Perşembe

Formula 1 sorunsalı...


Her yıl olduğu gibi yine umut ve neşeyle gittiğimiz pistten bu defa hüsranla döndük...

Bu hüsranın ana sebebi çok sevdiğimiz Ferrari'nin başarısızlığı olsa da başka bir sebep daha vardı. O da Türkiye'nin organizasyondaki başarısızlığı...

İlk yıl yani 2005'te Türkiye Grand Prix'sini 160 bin kişi izlemiş, bu yıl rakam 90 bine gerilemiş...

İstanbul Park'ın FIA ile sözleşmesi 2011'de sona erecek. Önce MotoGP'yi kaybettik, şimdi de F1'i kaybetme ihtimali ile karşı karşıyayız...

Olimpiyat Stadı gibi İstanbul Park da elimizde patlayacak yani, eh biz de gider Rock'n Coke yaparız koca pistte!...

Otoriteler F1 yarışlarına olimpiyat kadar önem veriyor ve bu etkinliğin ülke tanıtımına katkısı hem inanılmaz hem de tartışılmaz...

Ama biz ne yapıyoruz, Türk kaşığı kullanmaya devam ediyoruz...

Bu ne kadar devam eder peki?...

2012'y kadar. O gün geldiğinde de biz avucumuzu yalarız, bu etkinliğin yayın haklarını alan TRT de Hasan Mutlucan'dan türkülerle bizi biraz oyalar...

9 Haziran 2009 Salı

Mehmet'in Topuz'u...


Spor alemi son günlerde Mehmet'le yatıyor, Topuz'la kalkıyor...

Peki neler oluyor? Bir de bizden dinleyin bakalım neler olmuş...

Bu sezonun son haftası, Kayserispor şahane bir stat yapmış mali bakımdan zordalar, Mehmet Topuz'un da önümüzdeki yıl sözleşmesi dolacağı ve talibi de çok olduğu için satalım kararı alıyorlar ve daha lig bitmeden bunu Topuz'a deklere ediyorlar. "Kendine klüp bul!"

Mehmet Topuz, lig bitince tatil için Antalya'nın yolunu tutuyor birçok futbolcu arkadaşı gibi...

Mehmet'i almaya kararlı Beşiktaş yöneticileri "Kendine klüp bul" denilen topçu için Kayserispor klübüyle konuşup prensipte anlaşıyor...

Sonra da aynı yöneticiler Mehmet'le anlaşıp formayı sırtına geçiriyor.

Komedi bundan sonra başlıyor. Klüp ve futbolcuyla görüşmelerini borsaya bildiren ve hatta oyuncuya formasını giydiren koskoca Beşiktaş'a rağmen Fenerbahçe gidip Kayserispor'lu tüccarları kandırıp daha fazla para vererek Beşiktaşlı olduğunu bas bas bağıran, başka klüpte top oynamam gerekirse bir yıl ceza alırım ama yine Fenerbahçe'ye gitmem diyen topçuyu almaya kalkıyor pazardan elma alır misali.

AB'de çıkan Bossman kuralları işte bu Kayseri tcüccarları zihniyetine karşı çıkartıldı futbolcu da insandır mal gibi alınıp satılamaz babında...

Ama bunu anlayabilecek yürek ne Kayseri'de ne de Fenerbahçe'de yokmuş, çok yazık...

Son olarak Fenerbahçeli dostlar kızmasın ama yukarıdaki fotoğrafı tasvip etmesem de bilinçli kullandım. Hırslarımız 100 yıllık rekabetleri ne hale getiriyor daha iyi anlayabilelim diye...

5 Haziran 2009 Cuma

AK mı KARA mı?


Türkiye Başbakanı çıkmış açıklama yapmış. AKP'ye AKP demenin edepsizlik olduğunun altını çizmiş muhterem ve eklemiş partinin kısaltması AK Parti'dir.

Konunun iki boyutu var, birinci siyasi ikincisi ise eğitimsel.

Siyasi olan boyut çok basit. Partinizin AK olabilmesi için "gemicik"lerin, "deniz fenerleri"nin yani kısaca KARA olan herşeyin hesabını verin, temizlenin öyle gelin dersin olur biter.

Ama işin eğitimsel boyutu daha mühim. Sayın başbakan acaba parti tüzüğünüzü kaç kişi okudu? Partinizin kısaltmasından kaç kişinin haberi var? Bizde âdet böyledir. Partiler söz konusu oldu mu baş harflerini söyleriz gider. Yani CHP deriz MHP deriz, tutup da CH Partisi, MH Partisi gibi kelime oyunları aklımıza gelmez. Yani Araplara göre daha saf, daha AK'ızdır biz Türkler.

Bir son soru da benden AKP'lilere. Kuzum asıl siz niye CHP'ye CeHAPe, MHP'ye MeHAPe diyorsunuz ısrarla? Benim bildiğim, bu söylemler pekakalıların söylemleri aman dikkat!!!

Bitirirken: Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'in ışığı ampülden parlaktır!

1 Haziran 2009 Pazartesi

Çifte bayram...


Bu gördüğünüz fotoğrafı 2008'in Ekim ayında gerçekleştirilen CeBIT Bilişim Eurasia Fuarı sırasında Turkcell standında çekmiştim. (Tam olarak 11 Ekim 2008, saat 15:28) Çekerken de aklımda tek şey vardı: Bizim olacaksın!

Sonra aynı günlerde Ertuğrul Sağlam istifa etti ve Mustafa Denizli getirildi takımın başına. Yıkılmıştım o an. Ertuğrul hocanın bütün emeklerinin boşa gittiği düşüncesi sardı her yanımı. Sonra dedim ki öyle bir takımımız var ki kimle olursa olsun biz alırız o iki kupayı da.

Bu tarihten iki ay sonra biricik oğlumuz Kartal dünyaya geldi. İlk bakışında "babacığım bu yıl iki kupada bizim" hınzırlığı vardı ya da ben öyle sandım. Hatta Kartal'ın doğduğu günün akşamı yani 5 Aralık 2008'te Ankaraspor'a kendi sahamızda rezil bir skorla yenildik. Yine acaba soruları doldurdu kafaları.

Öyle böyle derken, önce Kadıköy'de sonra Ali Sami Yen'de sonra tekrar İnönü'de Bursa ve Fenerbahçe maçlarında hakemler tarafından biçildik, paramparça edildik. Ama yılmadık, istedik ve işte sonuç: Şampiyonluk bizim, Kupa bizim...

Bir de rakiplerin şu söylemi çok hoşuma gitti. "Biz kötüydük de o yüzden Beşiktaş şampiyon oldu!" Bu cümleyi sarf edebilen kişilerin ya beyni yok demektir ya da eğitim konusundaki dereceleri anaokul 2'den terktir. A dostlar, birileri kötü olacak ki iyinin farkı anlaşılsın. Hem siz değil misiniz Beşiktaş'ın en kötü zamanlarında çalarak çırparak 17'şer şampiyonluk sahibi olan?

İşte görüyorsunuz 8 ay önce bu kupayı istedik. Bu fotoğrafın çekilmesinden 2 ay sonra oğlumuz doğdu, yedi ay sonra Fortis Türkiye Kupası'nı kazandık ve sekiz ay sonra bugün Turkcell Süper Ligi 2008-2009 Şampiyonu olarak bu kupaya sahip olduk. Emeği geçenlere helal, tüm milletimize de hayırlı olsun...

28 Mayıs 2009 Perşembe

Koskoca Siemens OLED nedir bilmiyor mu?


Mesleğimiz teknoloji gazeteciliği ya, illa her detaya kafayı takacağımız anlamına geliyor bu.

Geçtiğimiz haftalarda Siemens'in bir etkinliğine katılan arkadaşımın eline çıkışta eski bir bülten tutuşturmuşlar. Bülten, Gigaset telefonlarla ilgili. Çok dallandırıp budaklandırmak istemiyorum ama iş çok ciddi.

Bültenden alıntı yapmadan bir açıklama yapmakta fayda var. İnternet yayıncılığı yapan bütün dostlar aynen bülteni kopyalamış ve bu hatayı kimse düzeltmemiş, düzeltememiş. Ben İletişim Fakültesi mezunuyum. Bizim işi yapmaya çalıan mühendis arkadaşlar kadar teknik bilgim yok, olamaz, gerek de yok zaten. Ama işin okulunu okuyunca farkınızı da fark ettiriyorsunuz. Nasıl mı, hadi buyurun...

Bizim sektörde faaliyet gösteren ortalama bir profesyonele LED'in açılımını sorun derhal size doğru yanıt olan Light Emitting Diode cevabını yapıştıracaktır (http://www.acronymfinder.com/LED.html). Türkçeleştirmeye çalışırsak Işık Yayan Diyot, ya da Işık Yayan Araç demek mümkün. OLED kelimesi de LED'den türetilmiş, daha doğrusu başına Organic kelimesi eklenmiş bir kavram (http://www.acronymfinder.com/OLED.html). Bunu Türkçeleştirmeye gerek yok başına sadece Organik koymak yeterli.

Şimdi siz peki hata nerede diye merak ediyorsunuz. Siemens gönderdiği bültende aynen şöyle yazmış OLED (Organic hafif yayımlı diyot teknolojisi). Eyvah ki eyvah organic-organik olayına takılmıyorum bile ama ışık oldu hafif, LED diyete girdi anlaşılan!

Şaka bir yana işin kötü iki tarafı var. Biz Blog yazarlarını teknoloji cahili olduğu için bu işten uzak tutmaya çalışıyoruz ama yılların gazetecisiyim diye sağda solda boy gösterenler bu tabiri hiç sorgulamadan aynen kullanmışlar sitelerinde. Bunun için kısa bir Google araması yapmanız yeterli. İkincisi işinin bir parçası OLED olan şirketin Türkiye sorumluları hiç sorgulamadan bu kavramı kullanmışlar, yazık ki ne yazık hem de.

Ne diyelim, her koyun elbette kendi bacağından asılır ama ben kurunun yanında yanmaktan korkuyorum!

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Güle güle Türkân Hocam...



Yitip gidenin ardından ne denebilir ki?

O cumhuriyetin en büyük ışığıydı...

Yüce Atatürk'ün yarattığı aydın Türk kadınıydı...

O Kurtuluş Savaşımızda cepheye mermi taşıyan Türk anasıydı...

Toprağın bol, mekânın cennet olsun...

Ampul kafalı dışı müslüman içi hristiyan ya da yahudiler cehennemde cayır cayır yanarken dilerim onlara cennetten NANİK yaparsın hocam...

14 Mayıs 2009 Perşembe

Ayda, Marsta, dünyada...


İnönü'de fenerasyon tarafından 1-2 bitirilen Beşiktaş-Fenerbahçe maçından hemen sonra yazmıştım, tekrar yazıyorum. Hakem müdahalesi olmazsa biz bu feneri değil dünyada ayda, Marsta hatta güneşte bile gole boğarız diye. Fenerbahçe taraftarı dostlar gülmüştü bana, dün gece de kendilerine güldüler.
Forvet hattımız işi ciddiye alsa ikinci Adanademir Spor vakası geliyordu az daha. Hakem çok mu iyiydi? Tabii ki hayır ama biz bu sefer hakemi de yenmeyi bildik. Kalbi kötü Semih'in oyunucumuzun aşil tendonuna dalışı gözüm önünden gitmiyor ama Bünyamin Gezer, o sırada geziyordu herhalde! Ya penaltıya ne demeli, seyreden yabancılar poposuyla gülmüştür herhalde Türkiye'nin üçüncü büyük kulübü bu penaltılara ihtiyaç duyacak hale nasıl geldi diye.
Fenerbahçeli dostlar 2-1'lik skorlara atfen ikide bir yeniyoruz diyorlardı ya, hah hakem desteğiyle sizin iki maçta yaptığınızı biz bileğimizin hakkıyla bir maça sığdırdık, nabeer:-))
Neyse biz işimize bakalım. İlk hedef tamam, ikinci hedef için ise 3 maç kaldı. Yani alınması gereken 9 puan var ve bunları kazanmak da kaybetmek de mümkün. Dün akşamki gibi oynamaya devam edersek ve sarı lacivert renklere sahip Cuntagücünü (ankaragücü) yenmeyi başarırsak, Galatasaray maçında turu atarız.
Hadi bakalım selametle...

12 Mayıs 2009 Salı

THY=Takunya Hava Yolları


Yıllar sonra ilk kez KKTC topraklarına ayak basacak olmanın heyecanıyla gelmiştim Atatürk Havalimanı'na. Bizi Ercan'a uçuracak TK 1260 sefer sayılı THY uçağı 7:15'te kalkacaktı. Her zaman olduğu gibi bir buçuk iki saat öncesinden ulaştım alana. Birlikte yolculuk yapacağımız arkadaşlarım önceden online check-in yapıldığı için uçuş kartlarını alabilmek için işleme başlamışlardı ben de kuyruğa girdim. Kuyruk dediysem 3-5 kişilik bir kuyruk değil 50-60 kişilik bir kuyruk, neyse efendim nasılsa uçağın kalkışına daha bir buçuk saat var diye başladım beklemeye. Kuyruk yavaş ilerleyince de görevliye sordum:
"Beyefendi benim uçağım 7:15'te bir sorun olmaz değil mi?
Cevap geldi:
- Yok abi sen bekle bir şey olursa alırız biz seni öne.
- Teşekkür ederim.
Neyse uzuun bir beklemenin ardından sıra bana geldi ve G sırasında 5 numaralı bankoda oturan bayan çalışan yüzüme bile bakmadan evraklarımı hızla bankoya vurarak uçak kapandı siz uçamazsınız dedi.
Evet kendince haklıydı zira ben uçma yeteneği olmayan bir insanım ve o an tek isteğim uçakla seyahat etmekti.
Soru sormaya çalıştım.
- Hanımefendi arkadaşlarınıza sordum, kuyruğu görüyorsunuz, sorun olursa beni öne alacaklarını söylemişlerdi ama beni kimse uyarmadı.
- Ben anlamam kardeşim, uçak kapandı gidin derdinizi bilet satış yerinde halledin!
- Ama ben online check-in yaptırdım, uçak kapalı da olsa siz benim uçuş kartımı basabilirsiniz ayrıca hanımefendi ben gazeteciyim ve bu etkinliğe mutlaka gitmem lazım, yardımcı olamaz (burasını keserek kendisi konuştu) mısınız?
- Git kardeşim nerde yazarsan yaz alla allaaa senle mi uğraşçam sabah sabah!
- Teşekkür ederim hanımefendi...
Bu harika ve içaçıcı diyalogtan sonra beni öne alacak görevliye sordum:
- Hani sorun olmazdı?
- Abi biz anons yaptırdık sen duymamışsın!
- Tekrar teşekkür ederim beyefendi.
Neyse bundan sonra sıra geldi bilet satış bölümüne. Allah tarafından oradaki çalışanlar helal süt emmiş insanlarmış, online check-in yaptırdığım için zaten basılı olan uçuş kartımı verdiler de pasaport sırasına girebildim.
Ama o da ne pasaport kuyruğunda bir milyon kişi var. Benden önce check-in yaptıran gazeteci arkadaşlarım VIP kuyruğunda bekliyorlar ve ben de tabiri caizse onların arasına kaynadım. Ancak uçağın kalkmasına 20 dakika var ve biz uçağı kaçırmak üzereyiz. Neyse önümüzdeki yerli yabancı insanlardan rica edip öne geçtik ve hızla 304 nolu kapıya yöneldik. Kapıya ulaştığımızda saat 7:04 idi. Uçağın kalkışından tam 11 dakika önce. Ancak kapı kapanmış görevliler sırra kadem basmıştı, 5 kişilik bizim ekibin dışında alan ve görevli rezaleti yaşayan 5 kişi daha uçağı kaçırmak üzereydi. Yan kapıdaki görevliye sorduk, sağolsun yardımcı oldu ve uçağın 7:07'de alandan ayrıldığı bilgisini iletti bize. Evet o kadar hengâmeden sonra bize uçağı kaçırtmayı başaranlara teşekkür etmemiz gerekirdi ama sinirlenmedik, Takunya Hava Yolları'nı yönetenleri düşündük, ya bizi de apronda kesselerdi, ya da bizi de takunya ile uçağa binmeye zorlasalardı diye de bardağın dolu tarafından baktık.

Yabancı ortağa satılma arifesindeki bir şirketin bu yaptıkları kitap bile olur ama onların dilinden konuşmak daha kolay.

Allah sizi bildiği gibi yapsın.

Amiiiin...

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Önce umutlandırdılar, sonra utandırdılar...


Oysa ne kadar da keyifli başlamıştı derbi bizim için.

Sivas'ın Gaziantep'teki yenilgi üzüntüsü sevinç olmuştu bize, futbolun cilvesi olarak.

Sonra ilk onbirler açıklandı, bir karamsarlık çöktü siyah beyazlı kalplere, orta saha öylesine yoktu ki eyvah dedi futboldan azıcık anlayan herkes.

Sonra Yunus Yıldırım düdük çalmaya başladı, dostlar Yıldırım iyi hakemdir eyyam yapmaz dedi. Aynı Yıldırım, Ernst'e yapılan faulü aleyhimize! verdi, kullanılan serbest atıştan gelen topta Semih'in arkadan Gökhan Zan'a yaptığı sarı kartlık faulü görmedi, göremedi.

Olsun Beşiktaşlının en büyük ekmeği umut maç 90 dakika saldır Beşiktaşım diye başladık ikinci yarıya.

Önce Bobo, Yusuf'un inanılmaz pasıyla Volkan'la karşı karşıya kaldı, boştaki Holosko'ya verse eşitlik gelecek, o kaleye vurdu Volkan belki de hayatında ilk ve son defa poposuyla golü çıkardı.

Sonra yine Yunus Yıldırım çıktı sahneye iki metrelik ofsaytı çalmadı, çalamadı skor oldu 2-0.

Umutlar tükendi mi ne derken Holosko çıktı öyle bir gol attı ki delirtti tribünleri.

Sonra Yunus baktı olmayacak bir şeyler yapmalıyım efendilerimi bu maçta 3 puanla yollamalıyım derken o muhteşem fırsat ayağına geldi.

Ernst, ceza sahasında topla buluşmuş, şık bir hareketle rakibinden kurtulmuş ve pas verip gol attıracağı arkadaşına ararken o da ne yatarak kayarak bir şey gelip iki ayağa birden şık bir darbeyle Ernst'i yıkmayı başarmıştı.

Evet işte Yunus'un aradığı fırsat buydu ve oyunu devam ettirerek teşekkür etti efendilerine...

Bu da yetmedi oyunun son bölümünde R.Carlos'un İbrahim Toraman'a arkadan salladığı anlı şanlı iki yumruğu da temas olarak gördü ve sadece sarı kart gösterebildi.

Aferim Yunus, helal sana oğlum, akşam gel de Kadıköy'e efendilerin sana yeni ev ve arabanın anahtarlarını taktim etsinler, yürü be KOÇum!!!

Sevgili onursal başkanımız Süleyman Seba'nın bir lafı var: "Biz en büyüğüz biz Beşiktaşız, gerekirse rakibi de hakemi de yeneriz."

Ama olmuyor be başkan, her zaman olmuyor, haketmediğin iki golü kalene veren, bir körün bile görebileceği penaltıyı çalAmayan hakemlerle, dahası Mustafa Denizli gibi hocalarla nasıl olacak ki bu işler?

Sevgiyle kal günlük, umarım sen ezilen tarafta olmazsın...

Not: Fotoğraf Yunus Yıldırım'ın başka bir Beşiktaş maçından alınmıştır. Zaman ve mekan farklı ama Yunus'un amacı heeep aynı!

30 Nisan 2009 Perşembe

İyi bayramlar...


1 Mayıs İşçi Bayramı, yarın yazamam diye şimdi bir şeyler karalamak istedim.

Bu yıl ilk defa bayram gibi kutlanacak hissine kapıldım 1 Mayıs için.

Bu yıl ilk defa e-posta alıcıma "Bayramınız Kutlu Olsun" mesajları geldi.

Harika gelişmeler bunlar.

Ama bir de madalyonun öbür yüzü var ki beni de korkutan bu yüz.

Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta Kürt teröristler 10 askerimizi şehit etti.

Korkum Kürt terörünün ve Kürt provakatörlerin bayram alanlarına inmeleri ve yine kan dökmeleri.

Umarım olmaz, umarım Kürtler ne denli değerli topraklarda yaşama lütfuna sahip olduklarının ve değerlerinin farkına varır.

İyi bayramlar...

28 Nisan 2009 Salı

Kardeş kardeşe borç vermez


Kurtuluş savaşımızda bilinen meşhur Rus yardımı aşağıdaki metinden de anlaşılacağı üzere aslında Azerilerden gelmişti. Peki ne oldu da o Azeriler şimdi bu hale geldi, ben söyleyebilirim, emperyalizm böyle bir şey işte, kardeşi kardeşe vurdurur!

------------
Mustafa Kemal Paşa, 3 Mayıs 1920 günü Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa'ya yazdığı bir mektupta "Devlette hiç para kalmadı. Şu anda içeride para temin edebileceğimiz bir kaynak da yok. Başka kaynaklardan para temin edinceye kadar Azerbaycan hükümetinden borç para alınmasını temin etmenizi rica ederim" diyordu. Kazım Karabekir Paşa, isteği Azerbaycan hükümetine iletti. Bu istek, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Halk Cumhuriyeti ile Ankara Hükümeti arasındaki ilk resmi temastı.

Azerbaycan'dan Türkiye'ye Uzanan Kardeş Eli
1921 yılı içinde Nerimanov'un şahsi emri ile Azerbaycan Dışişleri Bakanı Mirza Davut Hüseyinov, kazanılan Birinci-İkinci İnönü Savaşları münasebetiyle çektiği telgrafta "...Kazanılan bu büyük zaferlerden dolayı Türk halkını Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adına kutluyoruz." diyor ve bu büyük zaferlerin şerefine Azerbaycan halkının yardım için 30 sistern petrol, 2 sistern benzin, 8 sistern kerosin gönderdiğini bildiriyordu.

Aynı yılın Mayıs ayında Azerbaycan devleti, TBMM hükümetine 62 sistern petrol gönderdi ve bundan sonra savaş bitinceye kadar aynı değerde petrol ve üç vagon dolusu kerosin göndermeyi taahhüt etti. Bu taahhüdün dışında 1922 yılında Batum yolu ile Azerbaycan dokuz bin tondan fazla kerosin ve 350 ton benzin gönderdi.

Mustafa Kemal Paşa, 1921 yılında Nerimanov'a bir mektup yazarak borç para talep etmişti. Bu mektubu 17 Mart 1921 günü büyükelçi Nerimanov'a ulaştırdı. Nerimanov, derhal 500 kg. altın gönderdi. Bunun 200 kg. devlet bütçesine, kalanı ise mühimmat ve silah için kullanıldı. Daha sonra Nerimanov Rusya'dan aldığı 10 milyon altın rubleyi Ankara'ya gönderdi. Bu yardımlarla savaş içindeki ülkenin durumunda belirgin bir düzelme oldu. 23 Mart 1921'de Azerbaycan hükümeti talep etmediği halde Türkiye'ye Azerbaycan halkının hediyesi olarak 30 sistern petrol, 2 sistern benzin, 8 sistern yağ gönderdi.

Nerimanov, Mustafa Kemal Paşa'nın yazdığı mektuba yazdığı cevabi mektubunda her gün kazanılan başarılarla Türk halkının emperyalizmden kurtulma günlerinin yaklaştığını, bu yüzden kahraman Türk halkını kutladığını yazıyor ve sonra ilave ediyordu; "Paşam, bizim Türk milletinde kardeş kardeşe borç vermez. Kardeş, her zaman kardeşinin elinden tutar. Biz kardeşiz, her zaman elinizden tutacağız ve tutmaya devam edeceğiz." (A. Şemseddinov, Kurtuluş Savaşı Yıllarında Türkiye-Sovyetler Birliği Alâkaları, shf.66)
------------

27 Nisan 2009 Pazartesi

Hukuk devleti için kamuoyuna duyuru


Dün elime geçen bir metni paylaşmak istiyorum bugün.

Cumhuriyetçi bir dostumdan geldi bu metin ve mümkün olsa ben de altına imzamı atardım ama hukukçu değil sadece ülkesini seven bir gazeteciyim.

Metin biraz uzunca, sıkılmadan okuyabilirseniz, yorumlarınız hakkında sohbet etmek de isterim.

Sevgiyle...

Herkes için vazgeçilmez Temel Hak ve Özgürlüklerin teminatı ve geleceğimizin güvencesi olan HUKUK DEVLETİ’nin güçlendirilmesine yardımcı olmak amacıyla aşağıdaki duyuru kaleme alınmıştır.
Avrupa Birliğine giriş sürecindeki ülkemizin, bir süredir gerçekleştirme çabası içinde olduğu Hukuk Reformlarının hayata geçirilmesi için, aşağıda maddeler biçiminde yer verilen konuların gözden geçirilmesi ve aksaklıkların giderilmesi önemli kazanımlar sağlayacaktır.
Yasaların “Barolara” yüklediği, Hukukun Üstünlüğüne, İnsan Hak ve Özgürlüklerine bağlı ve saygılı bir düzeye erişme konusunda çaba gösterme görevi ile aydın sorumluluğunu yüklenme ödevini yerine getirme; Ülkenin Ceza Hukuku Alanında çalışan bilim adamları olarak da toplumu aydınlatma yükümü doğrultusunda aşağıdaki konuların kamuoyu ile paylaşılması gereği doğmuştur.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları, Anayasamız ve başta Ceza Muhakemesi Kanunu olmak üzere, diğer ceza mevzuatımız ile temel hak ve özgürlüklerin korunmasına dair evrensel ilkeler ışığında aşağıdaki maddeler kamuoyunun dikkatine saygıyla sunulur.
1.Anayasamıza, Ceza Muhakemesi Kanununa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ve taraf olduğumuz diğer uluslararası antlaşmalara göre herkes kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.
2.Unutulmamalıdır ki soruşturma ve kovuşturma, Anayasamızda ve yasalarımızda yer alan kişiden kişiye değiştirilemeyecek, emredici kurallara tâbidir.
3.Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle güvence altına alınan, kanunlarla somutlaşan ceza yargılaması kuralları keyfi olarak uygulanır ise, Hukuk Devleti ortadan kalkar. Hukuk Devletinin olmadığı yerde kişi hak ve hürriyetlerinden, yargı bağımsızlığından, yargı güvencesinden, adil yargılanmadan, kişi güvenliğinden söz edilemez.
4.Suçluluğu kesin hükümle sabit oluncaya değin herkes suçsuz kabul edilmek zorundadır. Suçsuzluk karinesi, anayasamızın ve yasalarımızın güvencesi altındadır.
5. Yasama, yürütme ve yargı organları, kişilerin suçsuzluk karinesinden yararlanma hakkını korumakla yükümlüdür. Basın ve yayın organları kesin hükümle mahkûm olmamış kişileri toplum gözünde suçlu ilan edecek yayınlar yapamaz.
6. Hiçbir kamu görevlisi, bireylerin adil yargılanma hakkını ihlal edemez. Aksine davranan kamu görevlileri hukuki ve cezai açıdan sorumlu olacaklarını bilmelidirler. Ancak bu yolla, adil yargılanma hakkı hayata geçirilmiş olur.
7. Bireylerin savunma hakkı kısıtlandığı takdirde Hukuk Devleti giderilmesi olanaksız biçimde zarar görür.
8. Avukatlar, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil ederler. Avukatların, Yargı görevi yapanlar kapsamında ifade edilmesi, avukatların bu gücünü kuvvetlendirmek amacını taşır. O nedenle de yasadaki “yargı görevini yapanlar deyiminden, hâkimler, cumhuriyet savcısı ve avukatlar anlaşılır”. İddia görevi ne kadar “yetki” ise, savunma görevi de o derece “hak”tır Bu sebeple, avukatların görevlerini yapmaları engellenemez. Avukatlara görevleri sırasında çıkarılan her zorluk, hukuk devletinin önünde bir engeldir.
9. Avukatların soruşturma dosyasını inceleme hakkı keyfi bir biçimde kısıtlanamaz. Gizlilik kararı verilen durumlarda, bu kararın gerekçeli olması zorunludur. Tüm kararlar, sadece hukuki gerekçe değil, esas olarak somut olayın özellikleri dikkate alınmak suretiyle verilmelidir. Terörle Mücadele Kanunu’nun uygulandığı hallerde dahi avukatın, şüphelinin ifade tutanağını, bilirkişi raporlarını ve şüphelinin hazır bulunmak hakkına sahip olduğu adli işlemlere ilişkin tutanakları alma hakkı, gizlilik kararı ileri sürülerek engellenemez.
10. Avukatların dosyayı inceleme yetkileri gizlilik kararlarıyla kısıtlanırken, gizlilik kapsamındaki delillerin basın ve yayın organlarında günlerce yayınlanması/yayımlanması vahim bir hukuk ihlalidir. Bunu yapanlar hakkında gerekli adli işlemlerin yapılmaması ve sorumluların cezasız bırakılması kabul edilemez.
11. Çağdaş ceza yargılamasında sanıktan delile gidilemez. Bu yanlış uygulama 1992 reformu ile ortadan kaldırılmıştır. Bunun yeniden yaratılmasını bir hukuk devletinde kabul etmek mümkün değildir. Önce “olağan bir şüpheli” bulup, sonra onun aleyhine delil arayan uygulama bir hukuk devletinde olamaz.
12. Cumhuriyet savcısı ve onun emrinde görev yapan kolluk, şüpheli ve sanıkların lehindeki delilleri de toplamak ve savunma hakkını korumakla yükümlüdür.
13. Gizli tanık beyanı, adil yargılanmayı etkileyecek şekilde kullanılamaz. Gizli tanığın beyanına yalnızca yan delil olarak başvurulabilir.
14. Kişilere, haklarındaki suçlamalar, ayrıntılı olarak, işlendiği iddia olunan fiil, yani yaptıkları iddia edilen davranışlar, yer ve zaman da içerecek şekilde bildirilmelidir. Suçlama, suçlanan kişiye, mutlaka somut deliller gösterilerek açıklanmalıdır.
15. Suç örgütü kurucusu, üyesi, yöneticisi veya yardımcısı olduğu iddia edilen kişilerin hangi davranışları nedeniyle örgütle ilişkilendirildiği somut deliller gösterilerek ortaya konulmalıdır.
16. Demokratik bir hukuk devletinde herkesin düşündüğünü açıklama özgürlüğü vardır. Kişilerin ifade özgürlüğü çerçevesinde yaptıkları açıklamalar, yazdıkları yazılar, yönelttikleri siyasi veya bilimsel eleştiriler, bir suç örgütünün kurucusu, üyesi ya da yöneticisi olduklarının delili olarak ileri sürülemez.
17. Kişilerin yakalanarak gözaltına alınması sıkı kurallara bağlanmıştır. Bu kurallar, keyfi bir şekilde göz ardı edilerek, kişilerin özgürlükleri kısıtlanamaz.
18. Bir soruşturmada kişinin ifade vermesi gerektiğinde, onun davet edilerek ifadesinin alınması esastır. Kişinin, ifade vermek için yakalanması ve gözaltına alınması hukuka aykırıdır.
19. Yakalanan kişiye, hangi suç nedeniyle yakalandığı, üzerine atılı suç fiili ayrıntılı olarak açıklanmak suretiyle anlatılmalıdır.
20. Gözaltına alınan kişiler, insan onurunu zedeleyen koşullara ve davranışlara tabi tutulamaz, aç, susuz ve uykusuz bırakılamaz. Aksi takdirde anayasal güvenceden söz edilemez.
21. Poliste veya jandarmada susma hakkını kullanan kişiler, derhal Cumhuriyet Savcısının huzuruna çıkarılmak zorundadır. Susma hakkını kullanan bir kişinin gözaltı süresinin uzatılması eşyanın tabiatına aykırıdır. Aksine bir davranış, keyfi muamele ve kişi hürriyetini ihlal suçunu oluşturur.
22. Anayasal bir hak olan susma hakkı, şüpheli veya sanık aleyhine yorumlanamaz.
23. Gözaltı süresini hukuka aykırı olarak uzatmak, kişileri baskı altına almaya, onların direncini kırmaya ve onurlarını zedelemeye yönelik bir kötü muameledir.
24. Kısa sürede bitirilebilecek işlemler üç veya dört güne yayılarak, kişiye son gün, son saatte, uykusuz, yorgun ve aç bir şekilde ifadesini almak kötü muameledir.
25. Kişilerin özel hayatları hukukun koruması altındadır. Arama, özel hayatın gizliliğine müdahaledir. Bu nedenle sıkı şekil şartlarına tabi kılınmıştır. Arama kararı verilmeden önce kanunda yer alan bütün şartların gerçekleştiği titiz bir şekilde değerlendirilmelidir.
26. Aramada temel kural, “yakalanacak kimsenin ”ve/veya” elde edilecek delilin” arama yapılacak yerde bulunduğu konusunda somut verilere dayanan makul şüphenin var olmasıdır.
27. Arama kararında, aramayı gerektiren bütün somut gerekçelerin, delilleriyle birlikte ortaya konulması hukuk devletinde kişilerin özel hayatının korunmasının vazgeçilmez ilkesidir. Dolayısıyla ne arandığı bilinmeksizin ve arama kararında açık ve somut olarak belirtilmeksizin bir şey bulunabileceği varsayım ve umuduyla arama yapılamaz. Bunun aksine davranışlar aramayı hukuka aykırı kılar. Bu yolla elde edilmiş deliller de hukuka aykırı elde edilmiş olur ve yargılamada kullanılamaz.
28. Evi, işyeri, üzeri, aracı aranan kişiye, hangi suç nedeniyle arama işlemi yapıldığı, üzerine atılı suç fiili ayrıntılı olarak açıklanmak suretiyle bildirilmelidir. Arama kararının bir sureti kişiye mutlaka verilmek zorundadır. Gizlilik veya başka bir gerekçe ileri sürülerek arama kararının kişiye verilmesi zorunluluğu bertaraf edilemez.
29. Arama sonunda tutulan tutanağın bir sureti mutlaka kişiye verilmelidir. Teknolojik gelişmeler karşısında, dijital verilerin elde edilmesi, korunması ve bozulmalarının önlenmesi için kanunların ön gördüğü koşullara mutlaka uyulmalıdır. Elde edilen dijital verilerin kovuşturma aşamasında delil olabilmesi için, elde edildikleri anda kanunun ön gördüğü usul ve şartlarda yedeklemesinin yapılarak, bir örneğinin de mutlaka ilgililere verilmesine azami özen gösterilmelidir. Bu kurallar aynı zamanda temel hak ve hürriyetlerin korunması içindir.
30. Arama sırasında kişinin avukatının hazır bulunması hiçbir şekilde engellenemez.
31. Aramanın yapıldığı her mekânda, her odada, arama anında şüphelinin ve avukatının bulunma hakkı vardır. Bu hak kısıtlanacak şekilde, aynı anda birkaç mekânda birden arama yapılamaz.
32. Polis ve jandarma, arama yapılan yeri bulduğu gibi bırakmak zorundadır. Arama yapılan mekân talan edilmiş görüntüsü verecek şekilde bırakılamaz.
33. Arama sonunda, yalnızca suçlama konusu fiille ilgili deliller olabilecek eşyaya el konulabilir. Sonradan değerlendirilmek üzere arama sırasında rastlanan her eşyaya el konulamaz. Aksine uygulama keyfiliktir, suç teşkil eder.
34. Elkoyma işlemi, delillerin sonradan değiştirilmesini önleyecek şekilde, bütün kurallara uyularak gerçekleştirilmelidir.
35. Tutuklama, çok sıkı şartlara bağlanmış bir koruma tedbiridir. Tutuklama, ceza yaptırımı gibi uygulanamaz ve tutukluluk süreleri uzatılarak infaza dönüştürülemez.
36. Tutuklama ve tutukluluğun devamı kararlarında mutlaka gerekçe bulunmalıdır. “Dosya içeriği”, “suçun vasıf ve mahiyeti”, “kaçma veya delilleri karartma şüphesinin varlığı”ndan ibaret soyut cümleler tutuklama gerekçesi olamaz. Tutuklama kararında mutlaka, şüpheli veya sanık hakkında kuvvetli suç şüphesini gösteren deliller açıklanmalı, hangi davranışlarının kaçma şüphesini veya delilleri karartacağı tehlikesini gösterdiği ortaya konulmalıdır.
37. Tutuklama, son çaredir. Yurt dışına çıkma yasağı, teminat gösterme gibi adli kontrol tedbirleriyle amaca ulaşılabilecek hallerde tutuklama kararı verilir ise, kişi hürriyeti hukuka aykırı olarak ihlal edilmiş olur. Adli kontrol kurumunun hayata geçirilmesi kaçınılmazdır.
38. Koruma tedbirleri, Türkiye Cumhuriyetinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde mahkûm edilmesine neden olacak şekilde uygulanamaz. Ceza yargılamasının emredici kurallarını ihlal edenler, Türkiye Cumhuriyeti’nin insan haklarını ihlalden dolayı mahkûmiyetine sebep olacaklarını ve ödenecek tazminattan ötürü kendilerine rücu edileceğini bilmelidir.
39. İddianamede, kişiye isnat edilen suçla ilgisi bulunmayan telefon görüşmelerine, sair belgelere ve tanık anlatımlarına yer verilmesi özel hayatın gizliliğini açıkça ihlal eder. Aksine davranışlar suç oluşturur.
40. Telefon dinleme tedbiri kişilerin özel hayatına bir müdahale olduğu için, kanundaki şartların tamamı oluşmadan uygulanmamalıdır. Bu tedbirin son çare olduğu dikkatten kaçırılmamak gerekir.
41. Yargıtay kararlarınca da ortaya konulduğu üzere telefon dinleme tutanakları maddi delillerle desteklenmediği sürece delil olarak kabul edilemez.
42. Toplumda herkesin telefonlarının dinlendiği yönünde oluşan kanaat, bu kanaati destekleyen uygulamalar ve kanıksama “hukuk güvenliğini” ortadan kaldırmaktadır.
43. Yargı güvencesi ancak bağımsız yargıçlarla, güvenceli cumhuriyet savcıları ve avukatlarla sağlanabilir. Bu sonucun yaratılmasını önleyen hukuk kuralları kaldırılmalıdır.
44. Hukuk devletinde hâkimler ve savcılar dâhil hiç kimse hukuka aykırı ve keyfi işlem ve kararları sebebiyle sorumsuz değildir ve olamaz.
45. Temel hak ve özgürlüklerin temel güvencesi, usul kurallarıdır. Usul kurallarına uyulmadan, uyuşmazlığın esası doğru çözülemez. Usul kuralları, esasa feda edilemez ve hafife alınamaz.
46. Ceza soruşturmasını Cumhuriyet Savcısı yönetir. Kolluk görevlileri soruşturmayı yönlendiremez, hâkim ve mahkemelerden doğrudan talepte bulunamaz. Hâkim ve mahkemeler, hukuka aykırı talepleri reddetmek zorundadırlar.
47. Bir soruşturma, toplumu sürekli tedirgin edecek, bireyleri endişeye sürükleyecek yaygınlık, genişlik ve süreklilikte yapılamaz.
48. Ceza davaları her türlü anayasal ve yasal güvence sağlanarak, en kısa sürede bitirilmelidir. Aylarca tutuklu kalınarak duruşma beklemek, adil yargılanma hakkı ile bağdaşmaz.
49. Türkiye Cumhuriyetinde herkes, huzurlu, güvenli, geleceğinden emin bir şekilde yaşama hakkına sahip olduğuna, temel haklarının devletin koruması altında bulunduğuna inanmalıdır. Bireylere bu güveni verecek olan, yürütme ve yargıdır. Kurallara uyulmadığı, kişi hürriyeti ve güvenliği keyfi bir şekilde ihlal edildiği takdirde, Hukuk Devletine duyulan güven kaybolur.
50. Ceza yargılaması kurallarına uyulmaması suçtur. Kurallara uymayan kamu görevlileri hakkında ilgili makamların derhal harekete geçerek adli ve idari soruşturma başlatması gereklidir. Hukuk devleti başka türlü korunamaz. Yargıya güven başka türlü sağlanamaz.
Toplumun huzur ve güvenlik içerisinde yaşabilmesi için soruşturma ve kovuşturmada içeriği, kapsamı, önemi ve niteliği ne olursa olsun yukarıdaki kurallara uyulması ve saygı gösterilmesi kaçınılmazdır.
HUKUK DEVLETİNİN YAŞAMA GEÇİRİLDİĞİ, HUKUK GÜVENCESİNİN SAĞLANDIĞI BİR TÜRKİYE İÇİN.
BAROLAR

Av. Özdemir ÖZOK
TBB BAŞKANI
Av. Muammer AYDIN
İSTANBUL BAROSU BAŞKANI
Av. Özdemir SÖKMEN
İZMİR BAROSU BAŞKANI
Av.Zafer KÖKEN
ANTALYA BAROSU BAŞKANI
Av. Sümer GERMEN
AYDIN BAROSU BAŞKANI
Av.Muzaffer MAVUK
BALIKESİR BAROSU BAŞKANI
Av. İzzet Varan
ARTVİN BAROSU BAŞKANI
Av. Ali Haydar Dereli
GÜMÜŞHANE BAROSU BAŞKANI
Av.Şeref YILDIZ
BARTIN BAROSU BAŞKANI
Av. Tülay ÖMERCİOĞLU
ÇANAKKALE BAROSU BAŞKAN
Av. Adil DEMİR
DENİZLİ BAROSU BAŞKAN
Av. Faruk SEZER
EDİRNE BAROSU BAŞKANI
Av. Göksel OKUMUŞ
KIRKLARELİ BAROSU BAŞKANI
Av. Cumhur ARIKAN
KOCAELİ BAROSU BAŞKANI
Av. Fadıl Ünal
MANİSA BAROSU BAŞKANI
Av. Mustafa İlker GÜRKAN
MUGLA BAROSU BAŞKANI
Av. Ahmet M. GÖRGÜN
TEKİRDAĞ BAROSU BAŞKANI
Av. Ali Galip ERGÜL
SİNOP BAROSU BAŞKANI
Av. Vacit Öktem
SAKARYA BAROSU BAŞKANI
Av. Cemal İNCE
YALOVA BAROSU BAŞKANI
Av.İbrahim Kerem ERTEM
ZONGULDAK BAROSU BAŞKANI
Av. Gazanfer GÜNLER
BOLU BAROSU BAŞKANI
Av. Gökhan MARAŞ
KIRŞEHİR BAROSU BAŞKANI
Av. Gamze Budak
ISPARTA BAROSU BAŞKANI
Av. Nüşirevan ELÇİ
ŞIRNAK BAROSU BAŞKANI
Av. A.Sinan AKGÖL
HATAY BAROSU BAŞKANI
Av. R. Kadri SEPTİOĞLU
ELAZIĞ BAROSU BAŞKANI
Av. Aziz ERBEK
ADANA BAROSU BAŞKANI
Av. Zahit SÖYLEMEZ
MUŞ BAROSU BAŞKANI
Av. Aziz Canatar
GAZİANTEP BAROSU BAŞKANI
Av. Naci TURAN
ERZURUM BAROSU BAŞKANI
Av. Halime AYNUR
BİLECİK BAROSU BAŞKANI
Av. Necip KORKMAZ
HAKKARİ BAROSU BAŞKANI
Av. Mahmut GÜVEN
MARDİN BAROSU BAŞKANI
Av. Mehmet Emin AKTAR
DİYARBAKIR BAROSU BAŞKANI
Av. Yusuf YILDIRIM
ESKİŞEHİR BAROSU BAŞKANI
Av. Necat ANIL
SAMSUN BAROSU BAŞKANI
Av. Nazik DİZDAROĞLU
TUNCELİ BARO BAŞKANI
Av. Mezher YÜREK
BİTLİS BAROSU BAŞKANI
Av. Timur DEMİR
AĞRI BAROSU BAŞKANI
Av. Rıza ALBAY
UŞAK BAROSU BAŞKANI
Av. Atilla ÖNAL
ORDU BAROSU BAŞKANI
Av. Cevdet UCUNGAN
KARS BAROSU BAŞKANI
Av. Yahya DEMİRKOL
ŞANLIURFA BAROSU BAŞKANI
Av. Ünal YILMAZ
SİVAS BAROSU BAŞKANI
Av. Abdülkerim YENİL
AKSARAY BAROSU BAŞKANI

Av. Gültekin UZUNALİOĞLU
GİRESUN BAROSU BAŞKANI
Av. Can TEKİN
ERZİNCAN BAROSU BAŞKANI
Av.Mustafa NECMİ ÖNCÜL
NEVŞEHİR BAROSU BAŞKANI
Av. Ateş HATİNOĞLU
RİZE BAROSU BAŞKANI

Av. Kerim Gökhan ŞANCI
KARAMAN BAROSU BAŞKANI
Av. M. Ali ÖZEL
SİİRT BAROSU BAŞKANI
Av. Selahattin SARIOĞLU
MALATYA BAROSU BAŞKANI
Av. İdris ŞAHİN
ÇANKIRI BAROSU BAŞKANI
Av.Mehmet İhsan DARENDE
KASTAMONU BAROSU BAŞKANI
Av.Hüseyin SEZGİN
OSMANİYE BAROSU BAŞKANI
Av. Ethem DEMİRBAŞ
KIRIKKALE BAROSU BAŞKANI
Av.Zeki KAHRAMAN
BURSA BAROSU BAŞKANI

AKADEMİSYENLER

Prof.Dr. Uğur ALACAKAPTAN
Prof.Dr. Duygun YARSUVAT
Prof.Dr. Erdener YURTCAN
Prof.Dr. Köksal BAYRAKTAR
Prof.Dr. Emin ARTUK
Prof.Dr. Durmuş TEZCAN
Prof.Dr. Timur DEMİRBAŞ
Prof.Dr. Bahri ÖZTÜRK
Prof.Dr. Metin FEYZİOĞLU
Prof.Dr. Ersan ŞEN
Prof.Dr. F. Selami MAHMUTOĞLU
Doç.Dr. Ümit KOCASAKAL
Doç.Dr. Serap KESKİN KİZİROĞLU
Yar.Doç.Dr.Yılmaz YAZICIOĞLU



Metnin bütünlüğüne dokunmadan koyulaştırmalar ve kırmızı ile belirlemeler tarafımdan uygulanmıştır. İmzası olmayan Baro Başkanlarının da yakın zamanda eksiği tamamlayacaklarını umarak listesini ekliyorum. (Ö.Yasa)
ADIYAMAN AV.YUSUF YETİŞ
AFYON AV.CELAL MÜMTAZ AKINCI
AKSARAY AV.ABDÜLKERİM YENİL
AMASYA AV.ADNAN HASİP YALÇIN
ANKARA AV.VEDAT AHSEN COŞAR
BATMAN AV.YUSUF TANRISEVEN
BİNGÖL AV.ERDAL AYDEMİR
BİTLİS AV.MEZHER YÜREK
BURDUR AV. YUSUF ÇİFTÇİ
ÇORUM AV.MAHMUT BAYATLI
IĞDIR AV.MUSTAFA BULUŞ
K.MARAŞ AV.İSMAİL KAHVECİ
KARABÜK AV.FATMA ŞİRİN
KAYSERİ AV.ALİ AYDIN
KONYA AV.HASAN ÖZEN
KÜTAHYA AV.SABİT ÖZDOĞLAR
MERSİN AV.H. HULKİ ÖZEL
NİĞDE AV.OSMAN ÇİMEN
TOKAT AV.FARUK BOSTANCI
TRABZON AV.MEHMET ŞENTÜRK
VAN AV.AYHAN ÇABUK
YOZGAT AV.YUSUF BAŞER

26 Nisan 2009 Pazar

Peki, öyle olsun...

Evet birkaç bin Ermeni oyu için Obama efendi verdiği sözü tuttu ve hristiyan kardeşliğinin son haçlı seferini başlattı, kutlu olsun.

Ülkemizde yaşayan ve gizli hristiyan ABD yandaşlarının yarattığı "özür" saçmalığını henüz unutmamışken yaramıza tuz biber ekti sarfedilen sözler, helal olsun.

Biz zaten biliyorduk Türkün Türkten başka dostu olmadığını ama Azerbaycan'a ne demeli? Onlar da bize sattıkları doğalgazın fiyatını artırmışlar. Demek ki neymiş Azeri de asimile olmuş, Rus olmuş, en az Ermeni kadar zararlı bir hale gelmiş, onlara da hayırlı olsun.

25 Nisan 2009 Cumartesi

BMD’de yeni yönetim iş başında


İstabul’da gerçekleşen BMD Olağan Genel Kurulu’nda derneğin yeni yönetim kurulu seçildi.


Bilişim Muhabirleri Derneği (BMD) Olağan Genel Kurulu, 24 Nisan 2009 tarihinde İstanbul’da İnterpro Binası’nda gerçekleştirildi.


Yeni yönetim kurulunun seçildiği genel kurul toplantısında, Bilişim Muhabirleri Yönetim Kurulu Başkanlığı’na BThaber Yazı İşleri Müdürü Fatih Sarı seçildi. Fortune Türkiye’den Kerem Özdemir dernek başkan yardımcısı olurken, Yeni Şafak’tan Melih Bayram Dede dernek genel sekreterliğine getirildi. Yeni yönetim kuruluna dahil olan üyeler ise SDN Medya’dan Hakkı Alkan ve Melih Çelik, BThaber’den Ceren Moral ve Telecom.tr Dergisi’nden Murat Büke oldu.


Yeni yönetim kurulunda yer alan yedek üye listesi ise Ali Yavuz Şahin, Levent Daşkıran, İlhan Özel, Mahir Doğan, Hüseyin Gönüllü, Suat Koyuncu ve Ayhan Sevgi olarak sıralandı.


Toplantı kapsamında BMD bünyesinde gerçekleştirilmesi planlanan çalışmalar ele alındı. Bu projeleri üstlenecek sorumlular seçildi. Dernek yeni dönemde düzenli buluşmalar ve etkinliklerin yanı sıra üyelerine yönelik eğitim faaliyetlerini de gerçekleştirmeyi planlıyor.


BMD Hakkında:

Bilişim Muhabrileri Derneği (BMD), 20 Şubat 1998 tarihinde ‘Bilişim Muhabirliği'ni gazetecilik mesleğinin bir uzmanlık dalı haline getirmek ve bu doğrultuda faaliyet göstermek misyonuyla kuruldu. Dernek üyesi olan bilişim haberci, yorumcu, editör ve köşe yazarları ile Türkiye'nin bilgi toplumuna dönüşmesi sürecine katkıyı sağlamak vizyonuyla çalışmalarını sürdürüyor.

Başlarken...


İşiniz yazarlık olunca eliniz gidip de kendi blogunuza iki satır yazamıyorsunuz.

Bu site bin yıl önce hazırlandı ama ilk entrynin tarihi bugün. Bu da bizim meslek hastalığımız olsa gerek.

Peki nereden çıktı bu şimdi ya da neden bugün diye soranınız olur mu bilmem ama sevgili eşim Tülay sordu:-)

Dün Bilişim Muhabirleri Derneği'nin genel kurulu vardı ve sağolsun gazeteci arkadaşlarım derneğin başkanlığına beni seçti. Bu toplantı sırasında bir dostum uyardı:
- Abi senin bloga girdim, hiç bilgi yok, yakışmaz sana!
- Doğru diyon da ne yazıcam ben oraya, o kadar çok yere yazıyorum ki uğraşamam:-)
- Uğraşırsın abi, uğraşmazsan ben uğraştırırım:-)

İşte bütün bunların ya da motivasyonun sebebi bu kısacık konuşma.

Evet efendim başladık, umarım devamını da getirebiliriz...