Değişik bir çocuktum, sanki bir şeylerin daha çabuk farkına varıyordum. Beş yaşıma kadar filandı annem ve babamdan daha çok kimseyi sevemem derdim. Onların kaybını düşünmek bile gözlerimin dolmasına sebep olurdu...
Sonra beş yaşımda ağabey oldum. Önce çok pis kıl olduğumu hatırlıyorum Fırat'a ya da bana anlatılanlardan çıkartıyor da olabilirim ama iyi bir ağabey değildim kısacası. Sonra yaşım onbeş olduğunda şöyle bir fikrim vardı: "Dünyada Fırat'tan daha önemli birisi yok benim için, o benim bir tanem..."
Sonra bir sürü kız arkadaşım oldu, hepsi hızla hayatıma girdi, girdikleri hızla da çıkıp gitti. Eski kız arkadaşlarıyla dost olabilen birisi değilim. Biten bitiyor benim nazarımda...
Sonra Tülay'la tanıştım. Önce deli kanka olduk. Sonra dostum diye hitaplar başladı. Sonra mı? 20 Haziran 2003'te yani ben otuz yaşıma gireli henüz beş gün olmuşken evlilik andı içtik:) Hiç unutmuyorum ve bu detayı Tülay da bilmiyor büyük ihtimalle. Düğünden eve dönerken şunlar geçmişti aklımdan. "Fırat'tan büyük sevgi de varmış ulan!..."
Tabii insanın annesine, babasına, kardeşine ya da aşık olduğu kişiye karşı hissettikleri çok farklı duygular. Ancak yıllar geçip aşk sevgiyle bütünleşmeye başladı mı kıyaslama olanağı buluyorsunuz...
Peki, maymun iştahlı insan şimdi durum ne diye bir soru sorulsa cevabım "ben yeni aşkımı buldum o da oğlumuz Kartal" şeklinde olur:)
Ancak sanırım benim bu küçüklükten beri oynadığım kendimce masum olan birilerinin yerine başka birilerini koyma oyunu o kadar da masum değilmiş. Kendimce masum diyorum çünkü yenileri eskilerin üzerine değil yanına koymuşum sürekli. İlk sevgim hiç azalmamış sadece yerine gelene biraz daha geniş yer açmışım ve oraya koymuşum...
Bu hikayeyi bir şaire anlatsam bana vereceği cevabın; "İşte buna hayat derler küçüğüm" olacağından zerre kadar şüphem yok...
Ancak Kartal'ın üzerine ne koyacaksin sorusunun cevabını bilmiyorum ve beni de hayata dair heyecanlandıran da bu bilinmezlik işte...