4 Kasım 2013 Pazartesi

Gelecek de bir gün gelecek

Yıllar önce yani ben çocukken yani sizin için çok eskiden Uzay 1999’u izler, insanoğlunun uzaya gideceği günler hayal ederdik. Benim bu dizilere merakım hiç bitmedi hatta Uzay Yolu’nun devamı Battlestar Galactica’yı, onun devamı olan ve hikâyenin başlangıcını anlatan Caprica’yı da bir çırpıda izledim. Sinema eğitimi almamın da teknoloji yazarı olmamın da tek sebebi bu diziler ya da benzer filmler değil elbette. Ancak uzay merakım sayesinde ilk bilgisayarım olan Commodore64’e kavuştum ve o zamanın teknolojisiyle üretilmiş neredeyse tüm uzay oyunlarını oynadım. Hatta uzayda geçmeyen sırf uçaklar olduğu için müptelası olduğum River Raid’i bugün bile tabletimde oynuyorum.

Bu konudaki en kült film Blade Runner ve yanlış hatırlamıyorsam ülkemizde Bıçak Sırtı diye gösterilmişti. Yönetmenimiz Ridley Scott ve başrol oyuncumuz da Harrison Ford idi. Filmin konusu ise robotların gelişerek insan ırkı için tehdit olmaya başlaması özetle. Bence insanın taklit edilebilmesi teknolojinin gelebileceği en son nokta. Tabii bu filmlerle tartışmaya açılan insana benzeyen robotların ruhu olamayacağı, bunun dinen uygun olmadığı gibi konular din ve ahlak konusunda uzmanların tartışması gereken nokta. Ancak unutmamak gerekiyor ki tüm filmlerde insanlara “yedek parça olması” niyetiyle tasarlanmaya başlanan robotlar işin sonunda bağımsızlığını ilan ediyor ve olaylar gelişiyor…

Ne kadar zamanımız var
Hayal ürünü filmler tabii ki bunlar ama bilimin ve teknolojinin geldiği noktada ömrümüz yeter mi bilmiyorum ama hepsi gerçek olacak. Hastalıkların tedavisinden insanların ihtiyaç duyacakları organlara kadar tüm dokular bu ve benzer yapay organizmalardan üretilmeye başlandı ki bu daha da gelişecek. Ne zaman bu yapay abiler iyice gelişecek ve kendi sorumluluklarını alacak işte o zaman şiş de yanacak kebap da.

Sonuç olarak bu yazıyı okuyup beğenenler olacağı gibi ne saçmalamış diyecekler de olacak illa ki. Benim niyetim kimseyi sıkmak ya da bilinen çizginin dışına çıkarak inançlara saygısızlık etmek değil. Sadece kısa bir fikir değerlendirmesi yaptım. Ancak olur da bunlar gerçek olur ve ömrüm vefa ederse “ben demiştim” diyebilmek adına tarihe bir not düşüyorum.

Yayınlanma tarihi: 04 Kasım 2013

İşletim sistemi savaşlarında yeni perde

Geçtiğimiz hafta kurban bayramının da doğal etkisiyle önemli bir gündem maddesi hak ettiği yeri bulamadı medyada. Bu da Apple’ın yeni ürün tanıtımıydı. Apple, klasik stratejisinin aksine birbirinden farklı birçok ürünü sevenleri ve potansiyel müşterileriyle paylaşırken satır arasında gözlerden kaçan belki de önümüzdeki yılların rekabet koşullarını belirleyecek bir detay vardı.

Meraklı ve bilgili okuyucularımızın gözünden kaçmamıştır ancak bir kez de biz yazalım. Apple, aynı tanıtım toplantısında yeni nesil işletim sistemi Mavericks’i de duyurdu ve Tiger gibi önceki nesil IOS kullanıcılarının yükseltme işlemini ücretsiz yapabileceklerini açıkladı. İşte bu kritik nokta, rekabet tarafındaki şirketlerin düşünmesi gereken en büyük konu.

Apple, kendi yazılımını ve donanımını bütünleşik olarak üreten bir şirket olduğu için hem bilgisayar ve tablet hem de telefon tarafında kendi dünyasını yarattı. Anlaşılan o ki bilgisayar tarafında işletim sistemlerinden kazanılan para rakipleri sallamaya değecek kadar düşük ki bu hamle yapıldı. Ancak Apple karşıtı kullanıcılar şirketin her yeni işletim sistemi güncellemesinin eski cihazları ortadan kaldırma operasyonu olduğunu iddia etseler de alan razı satan razı sendromunu da gözde kaçırmamak gerekiyor.

Peki, şimdi ne olacak?
Konu mobili çok da bağlamıyor zaten. Oradaki sistem tamamen ücretsiz güncellemelere ve sistemlere dayanıyor. Ancak kişisel bilgisayarlar, mobil işistasyonları ve sunucular tarafına geldiğimizde ücretsiz bir işletim sisteminin varlığı taşları ciddi yerinden oynatabilir. Benim görüşüme göre Apple bir zar attı ve altı gelmesini bekliyor. Ancak zarın altı yüzlü lanet bir kemik parçası olduğunu da göz ardı etmemek gerekiyor!


Son olarak yaklaşmakta olan cumhuriyet bayramımızın tüm ulusumuz için kutlu olmasını diliyorum.

Yayınlanma tarihi: 28 Ekim 2013

24 Ekim 2013 Perşembe

Savaşın eşiğinde siber savaş değerlendirmesi

Ülke olarak bulunduğumuz coğrafya nedeniyle yine büyük bir sorunla karşı karşıyayız. Çevremizdeki savaşların biri bitiyor diğer başlıyor. Yakın gelecekte Körfez, Bosna, İran, Irak ve şimdi Suriye…

Sektörde yakından takip ettiğimiz üzere hem UDH Bakanı Binali Yıldırım hem de BTK Başkanı Dr. Tayfun Acarer çoğu konuşmalarında artık savaşların topla tüfekle değil bilgisayarlarla olacağını vurguluyor.

Bölgedeki ısınma sonucu olası bir savaş durumunda bu dünyanın göreceği ilk “elektronik harp sistemleri savaşı” olacak. “Elektronik harp sistemleri” konusunda hatırlanırsa İran geçtiğimiz yıllarda ABD predatörünü hava sahasına girdiği esnada hakladı ve kontrolünü alarak kendi havaalanına güvenli bir şekilde indirdi. Bu predatörün yazılımlarında ters mühendislik yaparak her türlü teknik bilgiye ulaştıklarını da belirttiler ve ABD zaten bu konuyu inkâr etmedi.

Hatırlanacağı üzere düşen keşif uçağımızın nasıl düştüğü de halen bilinmiyor. Suriye hava sahasının nasıl ve ne şekilde korunduğu kocaman bir soru işareti. Öte yandan NATO ülkelerinin kullandığı da bir koruma sistemi değil. Zaten Rusların açıkça belirttiği gibi hava savunma sistemlerine çok güveniyorlar.

Ters mühendislik kilit rol oynuyor
Elektronik savaşta en çok ön plana çıkan ters mühendislik (reverse engineering) yöntemleri kullanılarak düşman kuvvetlerin birbirlerinin teknolojilerini çalmaları, karşı yöntemler geliştirerek zarar verme vb. şeylerdir. Ters mühendislikte Arap haklayıcıların ne kadar iyi olduğunu dünyada herkes biliyor. Ayrıca daha Ruslardan, İranlılardan ve Çinlilerden bahsetmiyoruz bile.

Rus, İranlı ve Çinli haklayıcıların Windows, Linux, ve NATO ülkelerinin savunma sanayilerinde kullandıkları işletim sistemleri konusunda ne kadar tecrübe ve bilgi birikimlerine sahip olduklarını da sanırım anlatmaya gerek yok.

Ya Türkiye?
Peki biz, yani Türkiye bu konunun neresinde? Kendine bilgi güvenliği uzmanı sıfatı yapıştıran insanlar “seferberlik görev emri” alacaklar mı? Devletimiz bu konuda neler düşünüyor? Patriotlar haklanırsa bizi Çarşı grubu mu koruyacak? vb. sorular insanında aklına gelmiyor değil.

Öte yandan ABD’nin NATO ülkelerine verdiği ya da diğer bir deyişle NATO ülkelerinin satın almak zorunda bırakıldığı tüm elektronik sistemler ABD’nin eskiyen teknolojileri olarak biliniyor. Ayrıca yazılımları da bilinen yöntemler kullanılarak kodlanmakta. “NATO’nun yazılım güvenliği kriterleri içler acısı durumda” iddiaları bu sektördeki en önemli iddiaların başında geliyor. Hatta bu kriterin alt başlıkları olmadığı gibi açıklaması bile bulunmuyor.

Bu açıdan bakıldığında bu olayları çok daha kapsamlı biçimde ele almak lazım. Ama nasıl? Hemen uzatmadan konuya girelim. Dünyada bir Snowden ve NSA konusudur devam ediyor. Snowden şimdi kimin elinde? Rus istihbaratının. Ruslar, Çinliler, İranlılar Snowden’dan öncede biliyorlardı dinlendiklerini ve izlendiklerini. Onlar da ABD’yi izliyorlar. Şöyle örnek verelim: Antivirüs başta olmak üzere Adobe, Windows, Java açıklarına kimler satın alıyor ve siparişleri işte bu ülkeler veriyor.

Asıl soru ise şu: Rusya Snowden’ı nerede kullanıyor/kullanacak? Bu ortamda ABD’yi meşgul eden ve belki de Suriye müdahalesini geciktiren neden de bu. ABD bu olaya misilleme yapmak için kendi sömürgelerinde Rus işadamlarını tutuklatarak Snowden’la takas yapmak için şartları oluşturmaya çalışıyor.

Snowden ve NSA olayına dikkat edersek ABD’ye bu konuda kimse karşı çıkma cesaretinde bulunamadı. Çünkü dinleme ve izleme olayları ABD’nin teknoloji sattığı sömürgelerinde oluştu. Yukarıda saydığımız ülkelerde bir sıkıntı olmadı. Bunu örneklendirmek gerekirse madem NSA Birleşmiş Milletler toplantı salonlarını, İngiliz hükümetini izlemiş, dinlemiş neden Esad’ı, İran’ı veya düşman olarak gördüğü diğer ülkelerle ilgili korku ve kaygı taşıyor. Şayet sağlam istihbaratları olsaydı çoktan Suriye ve İran’a operasyon başlardı.

Özetleyecek olursak yıllar önce yani Demir Perde ülkeleri döneminden kalan soğuk savaş meselesi artık siber ortamda yaşanıyor. O dönemde ülkeler istihbaratlarına güvenip düşmanlarının silah gücünü çözdükten sonra saldırıya geçebiliyordu. Ancak günümüz dünyasında silah güçleri bilinse de siber güçler nedeniyle bu silahların ne kadar kullanılabileceği ciddi bir soru işareti. Umarım bu soru işareti bu şekilde kalmaya devam eder de dünyamız yeni bir savaş görmek zorunda kalmaz.

11 Ekim 2013 Cuma

Genç yatırımcılara köstek değil destek olun

Geçtiğimiz hafta bir işlemci şirketinin açtığı yarışmada dereceye girerek projeleriyle ülkemizi yurtdışında temsil edecek genç girişimcilerle tanışma fırsatım oldu. Gençler, yeni bir iş yaratmanın zorluğunun ve ABD ve AB ülkelerine oranla hangi sıkıntıların önlerine çıkacağının bilinciyle projelerini başlatmış. Sonrasında açılan bu uluslararası yarışmanın Türkiye ayağına girip kazanmış.

Projeler gerçekten ilginç. Bir tanesi akıllı olmayan evleri cüzi sayılabilecek bir maliyetle akıllı ev statüsüne yükselten bir sistem. Diğeri ise akıllı telefonları harekete duyarlı oyun konsolları için birer oyun kolu haline getiren bir yazılım. Dediğim gibi bu projeler çok yeni işler ya da icatlar değil. Ancak genç girişimci arkadaşlarımızdan bir tanesi maliyet avantajıyla, Türkiye’de hala akıllanamayan ya da belirli nedenlerden ötürü akıllanması istenmeyen evleri kendisine pazar olarak seçmiş ki duvarında internet prizi kapısında da şifreli giriş sistemi olan evlerin akıllı ev olarak satıldığı ülkemizde bu işin başarılı olması çok kolay görünüyor. Diğer projede ise yazılımın fikri hakları ya da aynı yazılımın bir başkası tarafından üretilmesi gibi sıkıntılar var ama benim bahsetmek istediğim konu bu değil.

Destek zamanı
Destek ve genç kelimeleri bir araya geldiğinde nedense ülkemiz yatırımcıları bir anda sessizliğe bürünüyor. Tabii ki bu alanda çok ciddi yatırımlar yapan dostlarımız var sözümüz meclisten dışarı diyelim en iyisi. Toplantı sırasında genç yatırımcı arkadaşların en büyük sorunları yeterli yatırımı alamamak, işin para kısmını çözseler bile yatırımı yapanın işlere en üst düzeyde müdahale etme talebiyle işin sıkıntıya girmesi olduğunda hem fikir kaldık. Genç yatırımcılar; işlerin ABD ya da AB ülkelerinde bizden farklı yürüdüğünü ve o yüzden de milyar liralık projelerin bizden değil onların ülkesinden çıktığının altını çizerek konuyu biraz da” eğitim şart” kalıbına” sokarak zamanla taşların yerine oturacağını umduklarını kaydettiler.

Tabii ki bence öyle değil. Her zaman verdiğim bir örneği yine vereceğim. Ülkemizde üretilen ancak biz bunu pazarlayamayız diye rafa kaldırılan bir işlemci, üç harfli Amerikan teknoloji şirketinin konuyu öğrenmesiyle bundan 3-4 yıl öncesine kadar üretildi. Biz de bu işlemcileri meyvesever kişisel bilgisayarlarımızda çatır çatır ücretini ödeyerek kullandık. Yani siz dünyanın en iyi işlemcisini üretiyorsunuz ancak bunu pazarlayıp seri üretime geçemeyiz diye rafa kaldırıyorsunuz. Elin Amerikalısı bunu keşfedip sizden üç otuz paraya aldıktan sonra milyar dolarlık iş haline dönüştürüyor.

İşte başarılı yatırımın da başarılı olmanın da şartı bu. Geleceği görerek doğru ürünü, doğru şartlar altında desteklemek. Bu arada unutmadan ekleyeyim. Eğer bir yatırımcı olsaydım ya da daha açık bir deyişle yukarıda bahsettiğim işlerden birine destek olacak kadar nakitim olsaydı akıllı evle ilgili projeye ciddi bir yatırım yapardım. Zira doğru pazarlama ile inanılmaz başarılı olabilecek bir proje bu.


Not: Bu yazıda şirket isimleri bilinçli olarak yazılmamıştır. Ancak sektöre yakın okuyucularımız ilgili üç markanın da zaten ne olduğunu anlamıştır.

Yayınlanma Tarihi: 07 Ekim 2013

3 Ekim 2013 Perşembe

Bulutunu yolla bana

Bulut kavramının kökeni çok eskilere dayanıyor. Bazı kaynaklara göre de kavram olarak ilk defa 60’ların ortasında dillendirilmiş. Ancak ben şahsi olarak ilk defa 2000’lerin başında bir ABD gezisinde yaptığım röportajda duymuş ve yazmıştım. Bunları neden yazdın diye soracaksınız, hemen açıklayalım.

Bulut bilişim ya da orijinal deyimiyle Cloud Computing, bunca yıldır gündemde ama hala bizler ne kadar güvenli olduğunu sorguluyoruz. 60’ları geçtim bu kavram son on üç yıldır var diyelim. On üç yıl önce kullandığınız bilgisayarı hatırlayın ya da cep telefonunuzu tabii o zaman akılı telefon yok, tabletlerden bugünkü formunda çok uzak. Kısaca bu kadar inanılmaz bir hızla gelişen teknolojiler bulut tarafında da yaşandı.

Peki, biz bu buluta neden hala güvenmiyoruz?
Bulut işindeki hizmet sağlayıcıdan tedarikçiye kadar çoğu uzman da aslında hala bulut tam olarak güvendiğini ifade edemiyor. “Mali bilgilerimi buluta koyarım ama müşteri bilgilerimi koymam” gibi cümleleri sadece patron şirketlerinde duymuyoruz. Kurumsallığın dibine vurmuş şirketler bile bu kafada maalesef.

Aslında bulutun başına gelenlerin benzeri güneş enerjisi konusunda da yaşanıyor. 40-50 yıldır özellikle Akdeniz bölgemizde sıcak su için güneş panelleri kullanılıyor. Ancak bu teknoloji bugün geldiğimiz noktada bir iki minik yeniliğin dışında hala eskisi gibi duruyor. Tabii yenilenebilir enerjinin karşısında duran fosil yakıt şirketlerinin lobisini ve buna bağlı dünya genelindeki hükümetlerin baskılarını unutmamak gerek.

Uzun lafın kısası bizim istediklerimizin değil lobilerin istediği gelişimlerin gerçekleştiği bir dünyada yaşıyoruz. Hani bazıları markaların peşinde koşanlar var ya. Hah işte o arkadaşlar, aslında bilmeden kendilerine dayatılana karşı koşuyor, sözcülüğünü yapıyorlar. Tıpkı böceklerin ateşe uçtuğu gibi…

Yayınlanma Tarihi: 02 Ekim 2013

1 Ekim 2013 Salı

Akıllı telefonda Hello Kitty dönemi

Geçtiğimiz hafta yeni cicilerini tanıtan Apple, dünya genelindeki fanatiklerinin çabalarına rağmen istediği satış rakamlarına ulaşamadı. Sözüm markaları seven kullanıcılara değil ama teknoloji yazanların dikkat etmesi gereken en önemli başlık marka bağımlı olmamak ve körü körüne bir markaya bağlı kalmamak.

Apple tabii ki mobil dünyada iPhone ile bir devrim yaptı. Ben de test ettiğim ve kullandığım onlarca ürün arasında en sevdiklerimin başına bu cihazı rahatlıkla koyabilirim. Ancak bu beğeni seviyesi cihazın eksiklerini de görmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Birçok Apple fanatiği arkadaşım bu platformda da yazdığı üzere yeni iPhone’lar parmak izi gibi gereksiz ve suistimal edilme olasılığı çok yüksek yeni özelliklere sahip. Zaten ürünlerin satışının beklentilerin çok altında kalmasının ana sebebi belki de bu yeni ama aslında yeni ve işlevsel olmayan özellikler.

Hello Kitty!
Apple oldukça akıllı bir şirket ve cihaz satışları beklendiği gibi gitmeyince yüzünü yazılıma çevirdi ve merakla beklenen IOS 7.0 işletim sistemini de kullanıcılarının hizmetine sundu. Bu konuyla ilgili detaylı yazı ve görüşleri internet üzerinden rahatlıkla bulabilirsiniz. Ancak ben kişisel olarak yeni sistemi tabletime kurdum ve performans olarak mutlu olsam da görüntü ve grafiklerle ilgili sıkıntıya düştüm. Zira tabletim artık Hello Kitty ürünü gibi görünüyor!


Apple’ın bu seçimi yapmasının ardında mobil dünyada yaşanan kıyasıya rekabetin yattığını söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Üreticilerin her seferinde daha renkli, daha canlı ve daha parlak ekran üretmeye alışmasının sonunda geldik dayandık anaokulu seviyesinde ekranlara ve arayüzlere. Kim bilir belki de yeni nesil gençler bu tip ürünlere itibar ediyor ve satış yapmanın kilit noktası da bu. Ancak bizim gibi artık eski nesil haline gelmiş teknoloji severler için geriye tek bir seçenek kaldı: O da aklımızı koruması için inandıklarımıza dua etmek!

Yayınlanma tarihi: 20 Eylül 2013 

Giyilebilir teknolojiler tam gaz




Geçtiğimiz hafta Berlin’de gerçekleştirilen IFA fuarı ve San Diego’da Qualcomm tarafından gerçekleştirilen Uplinq etkinlikleri giyilebilir teknolojiler ve 4K televizyon teknolojilerinin gösterisine şahit oldu.

Yıllardır giyilebilir teknolojiler üzerine kafa yoruyor ve yazılar yazıyoruz. Ancak Google Glass ile birlikte bu teknolojiler ilk defa bu kadar hayatımıza girmiş oldu. IFA’da tanıtılan akıllı saatler ile IFA’dan sadece birkaç saat önce San Diego’da tanıtılan Qualcomm’un akıllı saati Toq da giyilebilir teknolojilerin geldiği noktaya görmek açısından çok önemli.

Akıllı saatin ötesi
Qualcomm Toq, piyasadaki akıllı saatlere atılmış ciddi bir gol aslında. San Diego’da Qualcomm CEO’su Dr. Paul E. Jacobs tarafından benim de katıldığım etkinlikte tanıtılan Toq, Mirasol teknolojisine sahip. Bu teknoloji kelebek kanatlarındaki güneş ışınlarının toplanması sisteminin ekran teknolojisine uyarlanmış hali. Bu teknoloji cihaza rakiplerinden üç kat daha fazla batarya süresi sağlamakla kalmıyor ayrıca gün ışığında çok daha parlak bir görüntü tecrübesi sunuyor. Ürünün kendisi ve kulaklıkları Qualcomm’un WiPower LE kablosuz teknolojisiyle şarj edilebiliyor.

Nereye kadar mobil?
Tüm bunların ardından nereye kadar mobil sorusu aklımıza geliyor. Aslında teknoloji yazarı olarak tamamında yurtdışında olduğum geçen haftaya baktığımda artık mobil bir profesyonel olduğumu söyleyebilirim. Akıllı cihazım, tabletim ve ultrabook bilgisayarım sayesinde Microsoft’un Nokia satın almasıyla ilgili bilgileri soranlarla paylaştım, yazılarımı gazeteme gönderdim, saat farkını saymazsak sosyal medya aktivitelerimi devam ettirdim, hatta oğlum ve eşimle bile bir şekilde işletişim kurdum.

Tüm bunlara giyilebilir teknolojiler de eklendiğinde ve bu teknolojiler bugün olduğundan daha verimli ve etkin bir biçimde hayata geçtiğinde sanıldığının ve iddia edildiğinin aksine bence daha sosyal bir hayat bizi bekliyor.

Yayınlanma Tarihi: 17 Eylül 2013